TEVHİD MÜCADELESİNİN TEMEL DİREĞİ: NAMAZ
398 Temizlikle ilgili olarak mahiyetlerini izaha gayret ettiğimiz konular; namaz ibadetini hakkı ile eda edebilmek için konulmuş olan şartlardır. Dolayısıyla hepsi namaz için bir vesiledir. Tevhid akidesine ihlasla teslim olmuş bir kalb; tertemiz bir beden, elbise ve mekan hazırlandıktan sonra, Allahû Teâla (cc)'ya ibadet etmek esastır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Namaz hükmolunmuş kat'i bir farzdır. Terkedilmesine asla ruhsat yoktur. Namazın farziyetini inkâr eden kimse kâfir olur"(1) hükmü kayıtlıdır. Hz. Adem (as)'den itibaren bütün peygamberler, insanlara namazı tebliğ etmişlerdir. Nitekim İbn-i Abidin: "Namazın aslı, her peygamberin şeriatında vardır"(2) hükmünü zikreder. Günde beş vakit "Sadece ve sadece Allahû Teâla (cc)'ya kulluk edeceğini" kat'i olarak ilan eden mükellefin; tağuti güçlere karşı cihad etmeyi de, taahhüd etmiş olacağı muhakkaktır.
Dolayısıyla tevhid mücadelesinin temel direği: Namaz'dır.
399 Kur'an-ı Kerim'de: "Sana vahyedilen kitabı oku!.. Namazı da dosdoğru kıl (ve kıldır) Çünkü namaz edebsizliklerden ve fahşa'dan (Şer'i şerife uymayan her türlü kötü fiilden ve amelden) alıkoyar. Allah'ı zikretmek elbette en büyük(ibadet)dir. Ne yaparsanız Allah bilir"(3) hükmü beyan buyurulmuştur. İbn-i Kesir, bu Ayet-i Kerime'nin tefsirinde İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Mes'ûd ve diğer Sahabe-i Kiram'dan Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Gerçekten namaz insanı her türlü kötülük ve fahşa'dan koruyacağını, hem namaz kılıp, hem de şer'i şerifin izin vermediği işleri yapan kimselerin hakkı ile ibadet etmediklerini" açıkça izah ettiğini kaydediyor.(4) Kadı Beyzavi; Hz. Enes (ra)'den rivayet edilen şu olayı zikrediyor: Resûl-i Ekrem (sav) döneminde, her türlü kötülüğü irtikab eden ensar'dan bir genç, namazını da asla ihmal etmemektedir. Meselenin keyfiyeti Resûl-i Ekrem (sav)'e bildirilince: "- O gencin asla ihmal etmediği namaz, birgün kendisini münkerden ve fahşa'dan koruyacaktır" buyuruyorlar. Gerçekten aradan fazla bir zaman geçmeden o genç; tevbe ediyor ve salih bir mü'min oluyor.(5) Esasen ihlâsla kılınan namaz; insanı, her türlü münkerden ve fahşa'dan muhafaza eder. Fahşa; şer'i şerife uymayan her türlü kötülüğün ortak ismidir. "Fahişelik" kavramı da buradan gelir.
400 İbn-i Abidin, namazın sadece bedenle yapılan bir ibadet olduğunu kaydettikten sonra: "Çünkü bedenî ibadetten maksad; bedeni yormak, kötülüğü emreden nefsi kahr etmektir"(6) hükmünü zikreder.
Malûm olduğu üzere Kur'an-ı Kerim'de: "Nefis, muhakkak ki olanca şiddetiyle kötülüğü emredendir"(7) hükmü tasrih olunmuştur. Nefsin heva ve heveslerini ortadan kaldırabilmek için; günde beş vakit Allahû Teâla (cc)'nın emrine teslim olmak ve gerçekten ibadet etmek zaruridir.
401 Kur'an-ı Kerim'de:
"Yaratan (Allah), yaratmayan gibi midir? Artık iyice düşünmeyecek misiniz? Allah'ın nimetlerini birer birer saysanız (bu ne mümkün, asla) icmal sûretiyle bile sayamazsınız"(8) hükmü beyan buyurulmuştur. İbn-i Abidin: "Namazın hakiki sebebi, kula peşi peşine verilen nimetlerdir. Çünkü nimeti verene teşekkür etmek, hem şer'an, hem aklen vaciptir"(9) buyurmaktadır.
Allahû Teâla (cc)'nın mülkünde, O'nun verdiği rızıklarla hayatlarını devam ettirenler, elbette namaz hususunda titiz olmak zorundadırlar!..
402 Molla Hüsrev: "Namazın bir kimseye farz olması için; İslâm, akıl ve büluğ şart kılınmıştır. Şayet çocuk on yaşını doldurmuş ise, namazı terkettiği için dövülmesi vacib olur. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Siz çocuklarınız yedi yaşını doldurduğu zaman onlara namazı emredin ve on yaşını doldurdukları zaman, namazı terkettikleri için dövünüz" buyurmuştur.
Namazın farz olduğunu inkâr eden kimse kafir olur. Çünkü namazın farziyeti, hiçbir ihtimale yer vermeyen kat'i delillerle sabittir. Şu halde onu inkar edenin hükmü, mürted'in hükmüdür. Nefsine uyduğu veya üşendiği için, namazı kasden terk eden kimse faasıktır. O kimse namaz kılıncaya kadar hapsedilir. Bir kavle göre; cezada mübalağa için, namazı terkeden kimse kan çıkıncaya kadar dövülür"(10) hükmünü zikretmektedir. Beş vakit namazı terkeden kimse İmam-ı Ahmed (rha)'e göre "Küfren" İmam-ı Malik (rha) ve İmam-ı Şafii (rha)'ye göre "Hadden" öldürülür.(11)
403 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allahû Teâla (cc) muhakkak ki; müslüman olan her erkeğe ve kadına günde beş vakit namazı farz kılmıştır"(12) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla beş vakit namaz; kitap, sünnet ve Sahabe-i Kiram'ın icmaı ile sabittir.
NAMAZ VAKİTLERİ
404 Kur'an-ı Kerim'de: "Muhakkak sûrette namaz, vakitlendirilmiş olarak mü'minlere farz olmuştur"(13) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıylâ mü'minler namaz vakitleri hususunda titiz olmak zorundadırlar.
İmam-ı Merginani: "Sabah namazının ilk vakti; ikinci fecr (Fecr-i sadık, veya subh-û sadık) doğduğu zamandır. Bu ise ufukta kendisini gösteren beyazlıktır. Sabah namazının son vakti ise; güneşin doğmasından azıcık bir zaman öncesidir"(14) hükmünü zikreder. Feteva-ı Hindiyye'de: "Ufukta beyazlık dağıldığı zaman ikinci fecir başlar. Alimlerin ekserisi bu görüştedir"(15) denilmektedir. Bu konuda meşhur olan Cibril (as)'in imameti ile ilgili Hadis-i Şerif vardır. İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilen bu Hadis-i Şerif şudur: "Cebrail Aleyhisselâm, Resûlullah (sav)'e gelerek Kâbe'de birinci günü fecrin tûlûu vaktinde imam oldu. İkinci günü; oldukça beyazlık görünüp, güneş doğmaya yakın olduğu vakitte imam oldu. Sonra Cebrail Aleyhisselâm: "- Bu iki vaktin arası senin için ve ümmetin için vakittir" dedi.(16) Sabah namazının vaktinin girmesi hususunda Fecr-i Kâzib'e (yalancı beyazlık veya sabah) itibar edilmez. Fecr-i Kâzib; "ufukta uzunlamasına (Kurt kuyruğu gibi) başlayıp, sonra arkasını karanlık takip eden beyazlıktır. Resûl-i Ekrem (sav): "Fecir ancak ufka yayılandır"(17) buyurmuştur. Fecr-ı Kâzib anında; (Yalancı beyazlık'ta) sabah namazının vakti girmediği gibi, oruç tutacak kimsenin de, o sırada birşey yeyip içmesi haram olmaz. Kafi'de de böyledir"(18)
Molla Hüsrev: "Güneşin zevâlinden, gölgenin iki misline ulaştığı süre, öğle namazının vaktidir. Buna delil Allahû Teâla (cc)'nın şu kavli şerifidir: "Güneşin (zeval vaktinde) kayması anından, gecenin kararmasına kadar güzelce namazı kıl" (El İsrâ Sûresi: 78). Ayet-i Kerime'deki "Dülûki'ş Şems" ile murad, güneşin zevalidir. Fûkahanın çoğu bunu kabul etmişlerdir."(19) hükmünü zikreder. "Zeval" her şahsın gölgesinin doğu tarafına doğru düşmeye başladığı vakittir. Kafi'de de böyledir"(20) Öğle namazının ilk vakti de; Cebrail Aleyhisselâm tarafından ta'lim ettirilmiştir.(21)
Gölgenin iki misli olduğu zamandan başlar ve güneşin batmasından az önceki zamana kadar devam eder.(22) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İkindi namazından bir rek'ata; güneşin batmasından az önce yetişen kimse ikindi namazına yetişmiştir"(23) buyurduğu bilinmektedir.
Güneş battığı an, akşam namazının ilk vaktidir.(24) Bu hususta herhangi bir ihtilaf yoktur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Akşam namazının vaktinin evveli güneşin battığı andır. Vaktinin sonu ise şafak kaybolduğu zamandır"(25) buyurduğu bilinmektedir. Şafak; İmam-ı Azam (rha)'a göre, güneşin batışını takip eden, kırmızılıktan sonraki beyazlıktır. Kararma o zaman meydana gelir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Akşam namazının vaktinin sonu, ufuk karardığı zamandır"(26) Hadis-i Şerif'ini esas almıştır. İmameyn ise: "Şafak ancak kırmızılıktır"(27) Hadis-i Şerif'ini esas alarak, şafak, güneş battıktan sonra ortaya çıkan kırmızılıktır hükmünde ittifak etmiştir. Feteva-ı Hindiyye'de; imameyn'in kavli ile fetva verileceği tasrih edilmiştir.(28) İmam-ı Azam (rha) "Şafak ancak kırmızılıktır" Hadis-i Şerif'inin, İbn-i Ömer (ra) üzerine mevkûf olduğunu, rivayetin, Hz. Peygamber (sav)'e varmadığını beyan ederek, bunu hüccet kabul etmemiştir. Gerçi bazı eserlerde İmam-ı Azam (rha)'ın, İmameyn'in kavline döndüğü kaydedilmişse de, İbn-i Abidin bunun sabit olmadığını zikretmektedir.(29) Bu konuda Sahabe-i Kiram arasında da ihtilaf mevcuttur.(30)
Şafağın kaybolmasından başlar, fecr-i sadık'ın doğuşuna kadar devam eder.(31) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yatsı namazının vaktinin sonu, fecrin doğma zamanıdır"(32) buyurduğu bilinmektedir. Alauddin El Haskafi: "Yatsı ile vitir namazının vakti, şafakın kaybolmasından sabaha kadardır. Lakin vitir namazını yatsıdan önce kılmak sahih olmaz. Meğer ki unutarak kılmış ola!.. Zira tertib vaciptir. İmam-ı Azam (rha)'a göre yatsı ile vitirin ikisi de farzdır" hükmünü zikretmektedir. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "İmam-ı Azam'a göre yatsı ile vitirin ikisi de farzdır. Ancak yatsı kat'i farz vitir ameli farzdır"(33) buyurmaktadır. Resûl-i Ekrem (sav)'in vitir namazı hakkında: "Onu yatsı namazı ile fecrin tulûu (Fecr-i Sadık'ın ortaya çıkışı) arasında edâ ediniz"(34) buyurduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla tertibden dolayı vitir namazı, yatsı namazından önce kılınamaz.
NAMAZI VAKTİNDE EDÂ ETMENİN ÖNEMİ
410 Kur'an-ı Kerim'de: "Namazların ve (bilhassa) orta namazın (edâ edilmesinde) muhafazalı ve dikkatli olun"(35) hükmü beyan buyurulmuştur. Bir namazın vakti girdiği zaman; mükellefin en önemli görevi, vakti giren namazı edâ etmektir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Vaktin evvelinde Allahû Teâla (cc)'nın rızası, sonunda ise afvı vardır"(36) buyurduğu bilinmektedir. Gerçi İslâm alimleri "Vaktin evveli de, sonu da cevazı ifade eder" hükmünde ittifak etmişlerdir. Hz. Abdullah İbn-i Mes'ûd (ra)'den rivayet edilmiştir: Resûl-i Ekrem (sav)'e: "- Amellerin hangisi daha efdaldir?" diye sordum. Resûl-i Ekrem (sav): "- Vaktinde edâ edilen namazdır" buyurdular.(37) Sonuç olarak; mükellef olan mü'minler, Resûl-i Ekrem (sav)'in müstehab olarak beyan ettiği vakitlere riayet hususunda titiz olmak durumundadırlar. Şimdi bunlar üzerinde duralım.
411 Sabah namazını ortalığın tamamen ışımasına kadar tehir etmek müstehabtır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sabah namazını ortalık iyice aydınlanıncaya kadar tehir ediniz. Muhakkak ki onun ecri daha büyüktür"(38) buyurduğu bilinmektedir. Ancak güneşin doğup-doğmadığı hususunda tereddüt hasıl olacak kadar beklenilemez.(39)
412 Yazın öğle namazını geciktirmek, kışın ise acele kılmak müstehabtır. Hz. Enes (ra)'den bu konuda şu rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) kış mevsiminde öğle namazını erken kılardı. Yaz mevsiminde ise; onu geciktirerek, hava serinleyince kılardı."(40)
413 İkindi namazını her zaman güneşin tegayyür etmediği, yani sararmaya başlamadığı zamana kadar tehir etmek müstehabtır.(41) Zira bu geciktirme (asr-ı sani'de kılma) sayesinde, nafile ibadet mümkündür.(42) Bilindiği üzere ikindi namazı edâ edildikten sonra, nafile namaz kılınamaz.
414 Akşam namazını, her zaman vakti girer-girmez kılmak müstehaptır.(43) Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Ümmetim akşam namazını acele kıldıkları ve yatsı namazını geciktirdikleri müddetçe, hayır yapmakta devam eder"(44) buyurmuştur. Ayrıca akşam namazını geciktirmekte yahudilere benzemek vardır.
415 Yatsı namazını gecenin üç'te birine kadar, vitir namazını ise gecenin sonuna kadar tehir etmek müstehabtır.(45) Resûl-i Ekrem (sav): "Şayet ümmetime meşakkat vereceğinden çekinmeseydim, muhakkak ki yatsı namazını gecenin üç'te birine kadar tehir ederdim"(46) buyurmuştur. İbn-i Abidin: "Yatsıyı geciktirmenin müstehap olmasına illet, yasak edilen gece sohbetini kesmektir. Bundan murad, yatsıyı kıldıktan sonra oturup muhabbet etmektir. "Burhan" da şöyle deniliyor: Yatsıdan önce uyumak ve kıldıktan sonra konuşmak mekruhtur. Çünkü Peygamber (sav) bunların ikisini de yasak etmiştir. Meğer ki hayırlı bir iş hakkında söz edile. Resûl-i Ekrem (sav): "Namazdan sonra (yani yatsı'dan sonra) gece sohbeti yalnız iki kişiden birine caizdir. Ya namaz kılana, yahud yolcuya (bir rivayette yahud gerdeğe girene)" buyurmuştur. Tahavi: "Yatsıdan önce uyumak, vaktini kaçırmaktan yahud cemaatı kaçırmaktan korkana mekruhtur. Kendisini uyandıracak birini tayin ederse uyuması mübah olur" diyor(47) hükmünü zikretmektedir. Vitir Namazı'nın, gecenin sonuna kadar tehir edilerek kılınması müstehabtır. Resûl-i Ekrem (sav): "Gecenin sonunda uyanamamaktan korkan kimse vitir namazını gecenin evvelinde kılsın. Gecenin sonunda uyanabileceğini ümid eden kimse ise, vitir namazını o zaman kılsın"(48) buyurmuştur. İmam-ı Azam (rha)'dan rivayet olunmuştur ki; bütün namazları biraz geciktirerek kılmak ihtiyat içindir. Zira edâ; vakit girdikten sonra da caiz olur, vakit girmeden önce değil.(49)
416 Şu üç vakitte; farz namazları, cenaze namazını kılmak ve tilavet secdesi yapmak caiz değildir:
1) Güneş'in doğma vaktinde,
2) Güneş tam tepe noktasında olduğu zaman,
3) Güneşin kızarmaya başlamasından, batışına kadar.
Fakat o günün ikindi namazı bu kaideden müstesnadır. İkindi'nin edâsı, güneş batarken de caizdir. Kadıhan'da da böyledir.(50) Bu meselede Hz. Ukbe b. Amir (ra)'nın rivayet ettiği Hadis-i Şerif vardır. Demiştir ki: "Üç vakit vardır ki; Resûl-i Ekrem (sav) bizi o vakitlerde namaz kılmaktan ve ölülerimizi kabre koymaktan nehyetti. Bu vakitler; güneşin doğma esnasıdır, ta yükselinceye kadar. Bir de güneş tepe noktasında iken, batıya doğru meyl edinceye kadar. Ve bir de batmaya meyl ettiği zaman, batıncaya kadar"(51)
417 Nafile namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler de şunlardır:
1) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İkindiden sonra güneş kavuşuncaya kadar; sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar namaz kılınmaz"(52) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla sabah namazını kıldıktan sonra, güneşin doğacağı vakte, kadar olan zamanda nafile namaz kılınmaz. Bir kimse sabah namazının sünnetini ifsad etmiş olsa da, farzından sonra kaza etse, bu caiz olmaz. İkindi namazını kıldıktan sonra, güneşin battığı zamana kadar olan vakitte de, nafile namaz kılınamaz. Nihaye ve kifaye'de de böyledir.(53) İmam-ı Muhammed (rha) güneşin doğmasından maksadın, bir mızrak boyu yükselmesi olduğunu tasrih buyurmuştur.
2) Güneş battıktan sonra, akşam namazını kılmadan önce de, nafile namaz kılınamaz.
3) Cum'a Namazı kılınacağı ve Cum'a hutbesi okunacağı zaman da, nafile namaz kılınamaz. İbn-i Abidin: "İmam minbere çıkarken nafile kılmak Buhari ile Müslim'in ve diğer hadis imamlarının rivayet ettikleri şu hadisten dolayı mekruhtur: "İmam hutbe okurken arkadaşına "Sus" dersen, batıl konuşmuş olursun" Resûl-i Ekrem (sav) farz olduğu halde iyiliği emir etmeyi bile yasak etti ise nafileye ne kalır. İbni Battal'ın dediği gibi cumhurun kavli budur"(54) hükmünü zikretmektedir.
4) Bayram namazlarının hutbeleri okunacağı zaman, ayrıca küsûf ve istiska namazlarında da hutbe okunacağı zaman, nafile namaz kılınmaz.(55) Hacc hutbesi ve nikah hutbesi okunurken de, nafile namaz kılmak mekruhtur. Münyeti'l Musalli'de de böyledir.
5) Farz namaz için ikamet getirildiği zaman, sabah namazının sünneti hariç, nafile namaz kılmaya başlamak mekruhtur. Delil: "Cemaatle namaza ikamet getirildiği vakit, farz namazdan başka namaz yoktur"(56) Hadisidir.
6) Bayram namazından önce ve sonra nafile namaz kılmak mekruhtur. Yalnız bayram namazından sonra evde (Camide değil) nafile kılmak mekruh değildir. Bahru'r Raik'te de böyledir.(57)
İKİ FARZI BİR VAKİTTE KILMAK (Cem'i takdim ve Cem'i tehir)
418 Molla Hüsrev: "Özür sebebiyle bir vakitte iki farz namaz cem edilmez. Yani birleştirilmez. İmam-ı Şafii (rha) bu görüşte değildir. Zira İmam-ı Şafii (rha): Öğle ile ikindinin ve akşam namazı ile yatsının bir arada kılınmasını; yağmur, hastalık ve sefer özürüyle caiz görür"(58) buyurmaktadır. Alaûddin El Haskafi: "Yolculuk ve yağmur gibi bir özürden dolayı iki farzı bir vakitte kılmak caiz değildir. Şafii (rha) buna muhaliftir" hükmünü zikreder. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "İmam-ı Şafii (rha) özürsüz iki namazı beraber kılmayı caiz görmemektedir. Bu hadise kendisine cevap verirse, bizim cevabımız da o olacaktır. Resûl-i Ekrem (sav)'in namazı vaktinden önce kıldığını gösteren Ebû't Tufeyl hadisine gelince: Tirmizi onun garib olduğunu söylemiş Hakim ise "Bu hadis uydurmadır" demiştir. Ebû Davûd namazın vaktinden evvel kılınacağını bildiren sabit hadis olmadığını söylemiştir. İki namazın bir vakitte kılınacağını söyleyen kimseyi Hz. Aişe (r.anha) reddedmiştir. Buhari ve Müslim'de İbn-i Mesûd (ra)'dan şu hadis rivayet olunmuştur: "Kendisinden başka ilah olmayan Allahû Teâla (cc)'ya yemin ederim ki, Resûlullah (sav) hiçbir namazı vaktinin dışında kılmamıştır. Ancak iki namaz müstesna!.. Arafat'ta öğle ile ikindiyi birlikte, Müzdelifede de akşam ile yatsıyı birlikte kıldı" Vakitleri tayin hususunda varid olan ayetlerle hadisler bu babta kafidir. Bahsin tamamı "Zeylei" ve "Münye" şerhi gibi mufassal kitaplardadır" buyurmaktadır.(59) Amelde Hanefi mezhebini taklid eden bir mükellef; yolculukta da olsa her namazı vaktinde eda etmek zorundadır. İki farz namazı bir vakitte kılamaz. Şafii mezhebini taklid eden mükellef ise; yolculuk anında cem'i takdim ve cem'i te'hir yapabilir.
EZÂN-I MUHAMMEDİ'NİN MEŞRU OLMASI
419 Hicretin birinci yılında Medine'de; Mescid-i Nebevi'nin inşaatı tamamlanmış ve mü'minler cemaat halinde namaz kılmaya başlamışlardır. Şimdi bundan sonraki gelişmeyi Abdullah İbn-i Ömer (ra)'in, Sahih-i Buhari'de yer alan haberinden dinleyelim. Şöyle demiştir: "Müslümanlar muhacir olarak Medine'ye geldikleri zaman, bir araya toplanıp, namaz vaktini gözetlerlerdi. Birgün bu husus hakkında aralarında müşavere ettiler. Bazıları Hristiyanların çan'ı gibi, çan kullanılsın, diğer bazıları da çan olmasında Yahudilerin nefirisi gibi boru çalınsın teklifinde bulundu. Hz. Ömer (ra) ise; "- Öyle amma, namaza insanları çağırmak için niçin bir adam görevlendirmiyoruz" dedi. Resûl-i Ekrem (sav) bunun üzerine: "- Haydi Bilâl kalk, namaz için nida et" buyurdu"(60) İmam-ı Kasani; Abdullah b. Zeyd'in, bu müşavereden sonra ezânı rüyasında gördüğünü ve bu durumu Resûl-i Ekrem (sav)'e bildirdiğini kaydettikten sonra, Hz. Ömer (ra)'in de aynı günlerde ezânı rüyasında işittiğini kaydediyor.(61) İbn-i Abidin bu konuda şunları kaydediyor: "Fethû'l Kadir sahibi, Abdullah b. Zeyd kıssasını "Sirac"tan naklen ve tamamen isnadlariyle nakletmiştir. Bu kıssada aynı rüyayı o gece Hz. Ömer (ra)'in de gördüğü bildirilmektedir. Ezân rüya ile isbatı müşkil görülmüş ve "Peygamberlerden başkasının rüyası üzerine şer'i hüküm kurulamaz" denilmişse de, buna şöyle cevap verilmiştir; ihtimal bu rüya ile birlikte vahiy de gelmiştir."Minhac" haşiyesinde Hafız İbn-i Hacer'den naklen şöyle deniliyor: Bunu Abdurrezzak ile Ebû Davûd'un "Murasil" inde rivayet ettiği şu haber tey'id eder: Hz. Ömer (ra) Ezân rüyasını görünce haber vermek için Peygamber (sav)'e geldi. Fakat bu hususta vahyi gelmiş buldu. Onu Bilâl'in Ezânından başka şaşırtan şey olmadı. Bunun üzerine Peygamber (sav): "Bu hususta vahiy seni geçti" buyurdu.(62)
420 Ezân'ın lûgat manası "bildirmek, ilam etmek" demektir. İslâmi ıstılâhta: Özel bir şekilde namazın vaktini bildirmektir. "Ezân"; hususi sözlere verilen isimdir.(63) Ezân arapça'nın dışında (Farsça, Türkçe, İngilizce vs.) hiçbir lisanla okunamaz. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir. Zahir ve sahih olan da budur. Cevheretü'n Neyyire'de de böyledir.(64) Dolayısıyla başka lisanlarla namaz vakti ilân edilse, duyanlar üzerine namaz vacib olmaz. İmam-ı Merginani: "Ezân beş vakit farz namazlar ve Cum'a namazı için sünnettir. Bunlardan başkası için değildir. Zira bu hususta mütevatir haber varid olmamıştır. Ezânın sıfatı ise bilinmektedir. Bu Cebrail'in okuduğu ezân gibidir"(65) hükmünü zikretmektedir. İbn-i Abidin; "Günah hususunda ezân vâcib gibidir. Hatta bazıları ona vacib demişlerdir. Çünkü İmam-ı Muhammed (rh.a): "Bir belde halkı Ezânı okunmamak için ittifak etse, ezân için onlarla harb ederim. Onu bir kişi terk etse kendisini döver ve hapsederim" demiştir. Ekseri ûlema ezânın sünnet olduğunu tercih etmişlerdir. Ezân için harb edilmesi, dinin alâmetlerinden olduğu içindir. Dinin nişanı sayılan bir şeyi terk etmek, açık açık dinle alay olur"(66) buyurmaktadır.
421 Ezân'la birlikte ele alınması gereken bir vecibe'de "ikamet"tir. İkamet'te; beş vakit namaz ve Cum'a namazının sünnetidir. Yalnız "Hayye ale'l felâh"tan sonra iki defa "Kad kameti's salâh" denir.(67)
MÜEZZİN'DE (EZÂN OKUYAN'DA) ARANAN VASIFLAR
422 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Üç kimse kıyamet gününde misk'ten tepeler üzerinde olacak; büyük korku onları ürkütmeyecek, insanlar korktuğu zaman onlar, korkmayacaklardır. Birincisi: Kur'an-ı öğreten ve bu işi Allah rızasını ve Allah'ın ihsanını dileyerek yapan. İkincisi: Her günde gecede beş vakit farz namaz için Ezân okuyup, bununla Allah'ın rızasını ve Allah'ın ihsanını dileyen kimse. Üçüncüsü: Kendisini dünya köleliği Rabbine taattan men edemeyen kimse"(68) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Müezzin'de bazı vasıfların bulunması şarttır. Bunlar:
a) Müezzin'in erkek olması lazımdır. Kadınların ezân okumaları ve ikâmetleri mekruhtur.
b) Müezzin; akıllı, namaz vakitlerini kat'i olarak bilen ve ezânı sünnete uygun şekilde okuyan kimse olmalıdır.
c) Müezzin; ezân okuma işinde devamlı olan, okuduğu ezâna inanan ve sevabını Allahû Teâla (cc)'dan bekleyen kimse olmalıdır.
423 Müezzin muttakî olmalıdır. Fâsık'ın ezân okuması mekruhtur.(69) İbn-i Abidin "Müezzin'de" aranan vasıfları zikrettikten sonra: "Müezzinde bu sıfatlar bulunursa ezânı sahihtir. Bulunmazsa vaktin girdiğine dair itimad hususunda ezânı sahih değildir. Yine bu bab'tan önce arzetmiştik ki, fasık ile hali belli olmayan kimsenin doğru söyleyip söylemediği hususunda herkes kendi reyini hakem yapar ve ona göre amel eder. Kafir, çocuk ve bunağın haberi böyle değildir. O asla kabul edilemez" hükmünü zikreder. Bahsin devamında da "Tenbih" başlığı altında: "Buraya kadar anlattıklarımızdan şu çıkar. Adil olmayan bir kimsenin sözü ile ilan hasıl olmaz; onun sözü mukabil değildir. İmamın arkasında, onun sesini cemâate ulaştıran kimse fâsık olursa, kendisine itimad caiz değildir."(70) buyurmaktadır. Âdil; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlere göre amel eden kimsedir.
424 Akıllı olmayan çocuğun ezân okuması sahih değildir. Okumuş olsa bile (başkası tarafından) tekrar okunur. Mecnunun ve deli'nin de hükmü aynıdır. Şarhoşun (Mübah olan bal şerbeti veya ilaçla sarhoş olan) Ezânı da mekruhtur. Tekrar edilmesi gerekir.(71)
425 Resûl-i Ekrem (sav)"in: "Sizin için, sizin en hayırlınız ezân okur"(72) buyurduğu bilinmektedir.
426 Müezzin'de değil de; okunan ezân'ın kendisinde bulunması gereken bazı vasıflar vardır: Şöyle ki:
1) Ezân yüksek sesle okunmalıdır. Zira ezân'dan maksad, namaz vaktini insanlara ilan etmektir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Ya Bilâl, sen iki parmağını kulağına koy! O zaman sesin daha yüksek çıkar"(73) buyurduğu bilinmektedir. Ezânı minarede veya mescid'in dışında okumak, mescid'in içinde okumaktan daha efdaldir. Kadıhan'da da böyledir. Ezân okuyan müezzinin sesini gücünün yettiğinden daha fazla yükseltmeye çalışması mekruhtur. Muzmarat'ta da böyledir.(74)
2) Ezân çabuk değil, yavaş yavaş okunmalıdır. Zira Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Bilâl (ra)'e hitaben: "Ezân okuduğun zaman yavaş yavaş oku. İkamet getirdiğin zaman ise hızlı oku"(75) buyurmuştur. Ezân'da ve ikamette, kıble'ye doğru dönmek esastır. Zira melek Ezânı kıbleye doğru dönerek okumuştur. "Hay'yaleteyn"de sağına ve soluna döner. Zira o insanlara bir hitabtır"(76) Ezân'da tercih yoktur. Yani: İki şehadeti iki defa alçak sesle okuyup sonra geri dönerek yüksek sesle okumak yoktur. Kifaye'de de böyledir"(77)
427 Sabah namazının Ezânında "Hayya'ale'l felâh" cümlesinden sonra iki defa "Es-Selâtü Hayrûn mine'n-Nevm" denir. Zira rivayet edilmiştir ki: Hz. Bilâl (ra) Resûl-i Ekrem (sav)'e gelip, onu uyur halde bulduğunda "Es-Selâtü Hayrûn mine'n-Nevm" (Yani namaz uykudan hayırlıdır) demiştir. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "- Bu ne güzel sözdür. Sen bu sözü Ezânında oku" buyurmuş ve sabah namazına tahsis etmiştir.(78) Ezân okurken, tekbirin baş harfini uzatmak (Yani Allah lafz-ı celâlinin elifini uzatmak) küfürdür. (Zira o takdirde "Allah büyük müdür?" denilmiş olur) Ekber kelimesindeki "be" yi uzatmak ise fahiş hatadır.(79)
EZÂN'LA İLGİLİ DİĞER MESELELER
428 Kadınlar için Ezân ve ikamet mekruhtur. Çünkü Ezân ve ikamet cemaatin müstehab olan sünnetlerindendir.(80) Yolcu olan kimse Ezân okur ve ikâmet yapar. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Yolculuk ettiğiniz zaman Ezân okuyunuz ve ikamet yapınız"(81) buyurmuştur. Her ikisini birlikte terketmek mekruhtur. Ancak yalnız ikamet getirmekle iktifa edilirse caiz olur. Zira Ezân gaibtekilerin hazır bulundurulması içindir. Namaz vakti girmeden önce Ezân okunmaz.(82)
429 Ezân ve ikamet; beş vakit farz namaz ve Cum'a namazının sünnetidir. Bunların dışında kalan: Vitir, teravih, bayram, cenaze namazı ve nafile namazlar için Ezân ve ikamet sünnet değildir. Muhıyt'te de böyledir.(83) Kaza namazı için Ezân okunur ve ikamet yapılır. Zira Resûl-i Ekrem (sav) ta'ris gecesinde (gece sonunda indikleri bir mahalde uyuyup kalmışlardı) sabah namazını kuşluk vaktinde Ezân ve ikametle kaza etti.(84) Eğer mükellefin birçok namazları kazaya kalmışsa; bunları arka arkaya kılarken, birincisi için Ezân okur ve ikamet getirir. O mahalden ayrılmadığı süre içerisinde bu kafi gelir. Köleler de, namazlarını Ezânsız ve ikametsiz olarak kılarlar.(85)
430 Müezzinin Ezânı abdestsiz olarak okuması kerahetle caizdir. Fakat asıl olan abdestli olarak Ezân okumak ve ikâmet yapmaktır. Cünüb'ken Ezân okumak ve abdestsiz olarak ikâmet yapmak da mekruhtur.(86)
431 İmam-ı Ebû Yusuf (rh.a) "Müezzinin: Mü'minlerin ulû'lemr'i için namazların hepsinde: "-Allah'ın selamı ve bereketi üzerine olsun ey Ulû'lemr!.. Namaza gel, felâha gel demesinde bir beis görmem" buyurmuştur. İmam-ı Muhammed (rh.a) ise bunu hak'tan uzak gördü. Zira insanlar cemaat işlerinde birbirlerine müsavidirler. İmam-ı Ebû Yusuf (rh.a) ise; bunu onlara mahsus kıldı. Zira onlar mü'minlerin işleriyle ziyadesiyle meşgul oldukları için, cemaati kaçırmasınlar. Kadı ve Müftü de bu minval üzere davet edilir."(87) Bugün mü'minlerin Bey'at'la bağlandıkları "Ulû'lemr" leri ve O'nun tayin ettiği kadı'sı bulunmadığı için; İmam Yusuf (rh.a) bu kavli ile amel etmek mümkün değildir.
432 Müezzin'in Ezân okurken veya ikamet yaparken; yürümesi veya konuşması uygun değildir. Ayrıca o sırada verilen bir selâma da mukabelede bulunmak mekruhtur.(88) Bir kimse mescid'de Kur'an-ı Kerim okurken Ezânı işitse, okumayı bırakmaz. Zira hazır olmak bir icabettir. Eğer evinde Kur'an-ı Kerim okurken işitirse, okumayı bırakıp icabet eder. Zahiriyye'de böyle zikredilmiştir.(89)
MÜEZZİNE İCABET ETMEK
433 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Müezzini işittiğiniz vakit, siz de onun dediğini deyin; sonra bana selâvat getirin!.. Çünkü bana bir selâvat getirene Allah onun sebebiyle on kere selâvat eyler. Sonra benim için vesileyi isteyin!.. Zira o cennette bir makam olup, ancak Allah'ın mü'min kullarından birine yaraşır. O kulda ben olmak isterim. İmdi her kim benim için Allah'tan vesileyi isterse, o kimseye şefâatım helâl olur"(90) buyurduğu bilinmektedir. Bu Hadis-i Şerifteki Allahû Teâla (cc)'nın salât etmesinden murad, afv ve mağfiret buyurmasıdır. Ezânı duyan kimsenin, icabet etmesi vacib olur. İcabet: Müezzin ne söylemişse, onu aynen tekrarlayıp söylemektir. Sadece "Hayya'ale's-Selâh" derken "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l âliyyü'l azim" demesi, "Hayya ale'l Felâh" derken, dinleyenin "Mâşâaallahû kane ve malem yeşae lem yekûn" demesi gerekir. Serahsi'nin muhiyt'inde de böyledir.(91) Ezânı işiten kimse cünüb bile olsa, icabet etmek durumundadır. Alauddin el Haskafi: "Ezânı işiten kimsenin cünüb bile olsa müezzine icabet etmesi vacibtir. Hulvani mendub olduğunu söylemiş "vacib olan yürüyerek icabettir" demiştir."(92) hükmünü zikretmektedir.
434 Müezzin sabah Ezânında "Es selâtü hayrûn mine'n-nevm" dediği zaman, dinleyen kimse onun sözünü aynen söylemez "Sadakte" veya "Berarte" der. İkamete icabet etmek de müstehabtır.(93) Ezânı işitince ayağa kalkmak mendubtur. Resûl-i Ekrem (sav) "Ezânı işittiğiniz vakit ayağa kalkın. Çünkü o Allah'tan gelen bir emirdir"(94) buyurmuştur. "Hıyle" şarihi münavi bu hadisi "Yani namaza gidin, yahud Ezândan murad ikamettir" şeklinde izah etmiştir. İkamet sırasında müezzin "Kad Kameti's-salat" deyince "Ekâmellâhu ve edâmehâ" (Allah onu kaim ve daim kılsın) der. Veya ikâmet esnasında dua ile meşgul olur. Bunda bir beis yoktur.(95)
435 Şart; bir şeyin mevcudiyetinin kendisine bağlı olduğu şeydir ve onun içinde değildir.(96) Alaûddin el Haskafi: "Lugatta şart; daimi alâmet manasına gelir. Şeriatta ise, bir şeyin kendisine bağlı bulunduğu, fakat içine dâhil olmadığı nesnedir" hükmünü zikreder. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Şeriatta şart, bir şeyin kendisine bağlı bulunduğu fakat içine dâhil olmadığı nesnedir. Bilmiş ol ki, bir şeye bağlı olan nesne, o şeyin hakikatine dâhil ise ona "Rükûn" derler. Namazda rükû böyledir. Hakikatinde dâhil değilse; ya o şeye tesir eder, ya tesir etmez. Tesir ederse ona "illet" denir. Cinsi münasebetin helal olması için nikah akdi böyledir. Tesir etmezse, ya bazı sûretlerde ona ulaştırır yahud ulaştırmaz. Ulaştırırsa ona "Sebeb" derler. Vakit böyledir. Ulaştırmazsa ya o şey buna bağlıdır, yahud değildir. Bağlı ise ona "Şart", değilse "Alamet" denir. Şart'a misal namaz için alınan "Abdest", Alâmet'e misal de Ezândır. Nitekim bunu bercendi de izah etmiştir. Binaenaleyh şarihin şartı tarif ederken "O şeye tesir etmeyen ve bazı hallerde ona ulaştırmayan" ibaresini de ilave etmesi gerekirdi"(97) buyurmaktadır. Namaz'ın şartları: Necaset'ten taharet, Hades'ten taharet, Setr-i avret, İstikbal-i kıble, vakit ve niyet olmak üzere altıdır. Şimdi bunları izaha gayret edelim.
Namaz kılacak olan kimsenin; bedeninden, elbisesinden ve namaz kılacağı mekandan, pislikleri temizlemesi farzdır.(98) Eğer pislik "Necaset-i Ğalize" hükmünde ve bir dirhemden fazla ise; temizlemesi farz, az ise sünnettir. Bu konu üzerinde; daha önce durmuş ve kat'i delilleriyle izah etmiştik.(99)
Kûr'an-ı Kerim'de: "Eğer cünüb iseniz vücudunuzu tertemiz ediniz"(100) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla cünüb olan kimsenin gusül abdesti alması şarttır. Abdestsiz olan kimsenin de abdest alması gerekir. İbn-i abidin: "Hades, necasetten daha ğalizdir. Çünkü necasetin azı afv edildiği halde, hadesin azı afv edilmemiştir."(101) buyurmaktadır. Esasen hades bir bütündür, cüzlere ayrılmaz.
Kûr'an-ı Kerim'de: "Ey Adem oğulları, her mescid huzurunda (Namaz ve tavaf anında-Celâleyn) zinetinizi alın giyinin"(102) hükmü beyan buyurulmuştur. Kadı Beyzavi bu ayet-i kerime ile setr-i avret'in farz kılındığını beyan etmektedir.(103) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kadın her tarafı örtülmesi gereken bir avrettir"(104) buyurduğu bilinmektedir. İmam-ı Kasani: "Yabancı bir kimse, kendisine na-mahrem olan yabancı bir kadının bedeninden el ve yüz hariç, hiçbir yerine bakamaz. Çünkü Allahû Teâla (cc): "Mü'min erkeklere söyle; gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar" (En Nûr Sûresi: 30) buyurmuştur. Ancak meydanda olan zinet yerlerine, yani yüz ve ellerine bakmaya Allahû Teâla (cc)'nın şu kavliyle müsaade edilmiştir: "Onlardan meydanda olan müstesna" bu Ayet-i Kerime'den murad; zinet yerleridir. Zinet yerleri ise; yüz ve elleridir. Kuhul (sürme) çekmek yüzün zineti yüzük ise elin zinetidir. Çünkü kadın alışveriş ve dünyevi işlerinde yüzünü ve ellerini açmak zorundadır. İşlerini ancak onları izhar etmekle başarabilir. Öyle ise onları açmakta zaruret vardır. Bu İmam-ı Azam'ın kavlidir"(105) hükmünü zikretmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Hür olan kadının; yüzü, elleri ve ayakları hariç, bütün bedeni avrettir. Mütûn'da da böyledir"(106) denilmektedir. Resûl-i Ekrem (sav): "Baliğa bir kızın; ancak başörtüsünü (Usulü veçhile) örtmesiyle namazı sahih olur"(107) buyurmuştur. Dolayısıyle kadının saçının tamamı avrettir. Erkeğin avret yerlerine gelince: Göbeğin altından, diz kapağına kadar olan kısım avrettir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Diz kapağı avrettir"(108) Hadis-i Şerifini esas alan hanefi fûkahası; diz kapağının avret olduğu hususunda müttefiktir. Cariye olan kadının avreti, erkeğin avreti gibidir. Sadece sırtı ve karnı da avrete dahildir.(109) Erkekte ise sırt ve karın avrete dahil değildir. Namaz esnasında "Avret-ı Ğaliza" olan uzvun; dörtte birinin (bir rükünün edası mümkün olacak kadar) açılmasıyla namaz bozulur. "Bir rükünün edası mümkün olacak kadar" kaydı şunun içindir; eğer açılır açılmaz derhal örterse, namazı ittifakla caiz olur.
439 İSTİKBAL-İ KIBLE (Kıble'ye yönelmek):
Kûr'an-ı Kerim'de: "Hangi yerden çıkarsan (Namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. (Siz de ey mü'minler) Nerede olursanız (olun) yüzlerinizi Mescid-i Haram'a çevirin"(110) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla namaz için (ister Farz, ister Vacib, ister Nafile olsun) kıbleye yönelmek farzdır. Mekke'de mukim olan kimseler için, kabe-i şerife tam isabet ettirmek esas alınmıştır. Öyle ki evinde namaz kılan bir Mekkeli; aralarındaki duvarlar kaldırıldığı an, Kabe-i Şerif'i tam karşısında bulmalıdır.(111) Mekke'nin dışında olan mü'minler ise; Kabe-i Şerif'in cihetine isabet için gayret sarfederler. Hatta namaz kılan bir kimse; kıblenin yönünü kati olarak araştırdıktan sonra hata etse, namazını iade etmez.(112) Kûr'an-ı Kerim'de: "Yeryüzünde daha nice alametler yarattık. Yıldızlarla da insanlar yollarını doğrulturlar"(113) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Şafii (rh.a) bu Ayet-i Kerime'yi zikrettikten sonra: "Bütün bunlar gösteriyor ki, mescid-i haramı kıble tayin eden Allahû Teâla (cc) yarattığı alametlerle, insanların bu noktaya yönelmelerini emretmiştir. Hiç şüphe yoktur ki; insanlar yollarını alametlerle bulur. Alametleri tanımak ve kullanmak için Allahû Teâla (cc); insanlara akıl da vermiştir. Bütün bunlar şanı yüce Allahû Teâla (cc)'nın nimetlerinin beyanıdır"(114) buyurmaktadır. Molla Hüsrev: "Alametlerin görünmemesiyle veya karanlıkların yığılmasıyla veya bulutların toplanmasıyla namaz kılan kimseye kıblenin şüpheli olmasına iştibah denir. Kıble yönünü haber veren bir kimse (Adil bir mü'min) de bulamazsa, musallî aklıyla yönü araştırır. Zira Sahabe-i Kiram, kıbleyi araştırıp namazlarını eda etmişlerdir. Resûl-i Ekrem (sav)'de onları bundan men etmemiştir"(115) hükmünü zikretmektedir. Ancak namaz kılan bir kimse; kıble yönünü soracak herhangi bir kimse bulamaz ve alametlere bakarak araştırmayı da terkederek; namaza başlarsa, bu namaz fasid olur.
Kûr'an-ı Kerim'de: "Muhakkak surette namaz, vakitlendirilmiş olarak mü'minlere farz olmuştur"(116) hükmü beyan buyurulmuştur. Beş vakit farz namazların vakitleri üzerinde daha önce durmuştuk!..(117)
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ameller niyetlere göredir"(118) buyurduğu bilinmektedir. İbn-i Abidin: "Niyette muteber olan kalbin amelidir. Yani niyeti tahakkuk ettiren ve şer'an niyette muteber olan şart; bir şeyi baştan bilmektir. Bu bilgi kat'i iradeden meydana gelmiş olacaktır. Bir şeyi mutlak surette bilmek niyet olmadığı gibi, mücerred dil ile söylemek de niyet değildir"(119) hükmünü zikreder. Bahsin devamında da; dil ile niyetin hangi hallerde olabileceğini beyan etmiştir. İbn-i Hümam: "Peygamber (sav)'in namaza başlarken, filan namazı kılıyorum dediği (yani dil ile söylediği) sahih ve zaif hiçbir hadisle sabit olmadığı gibi, Sahabe-i Kiram ve Tabiûndan da böyle birşey sabit olmamıştır"(120) buyurmaktadır. Haleb-i Sağir'de: "Kalb ile niyet şarttır. Lisan ile söylemek ise müstehabtır. Muhtar olan işte budur ki, bunu hidaye sahibi ve başkaları ihtiyar etmişlerdir. Denilmiştir ki: Lisan ile söylemek bid'at'tır. Şayed kalb ile niyet etse de, dil ile söylemese imamlar arasında ihtilaf vaki olmaksızın caiz olur"(121) hükmü yer alır. İmam-ı Rabbani: "Ûlema'dan bazıları namazda niyet için; kalben dileyerek dili ile söylemeyi "Bid'at-ı Hasene" diye anlatmıştır. Bu bid'at sünnet bir yana, farzı dahi kaldırmaktadır. Şundan ki; insanlardan pek çoğu bu durumda niyet işinde yalnız dil ile olanıyla yetinecek ve kalblerini hazır edemiyeceklerdir. İşte o zaman dahi, namazın farzlarından biri olan "Kalb ile niyet" tamamen bırakılacak, namaz dahi fesada girecektir. Kalan bid'atler dahi, anlatılan bu manaya göre kıyas edilebilir"(122) buyurmaktadır. Müceddidi elf-i sani İmam-ı Rabbani (rh.a)'nin "Bid'at'ın hasenesi olmaz, hepsi mezmundur" buyurduğu bilinmektedir. Şurası muhakkaktır ki; niyet kalbe ait bir vakıadır. Bu hususta icma hasıl olmuştur. Mücerred dil ile söylemenin (Kalbi azim olmadığı zaman) "niyet" mahiyetini taşımadığı da bilinmektedir. Bazı ûlema: "Şayed musalli, hangi namazı kıldığını bilirse, bu niyettir" demiştir. Molla Hüsrev bu iddiaya şu cevabı vermektedir; "Essah olan kavle göre, şüphesiz bu kadarını bilmek niyet değildir. Çünkü niyet, ilimden (bilmekten) başkadır. Malûm değil midir ki; bir kimse küfrün mahiyetini bilse, kafir olmaz. Eğer küfre niyet ederse, kafir olur. Müsafir de, ikameti bilmek ile mûkim olmaz. Eğer ikamete niyet ederse mukim olur"(123) Dolayısıyla namaza; kalben kat'i azimle "niyyet ederek" girmek şarttır.
442 Önce "Sıfat" mefhumu üzerinde duralım. Sıfat, lûgatta masdardır. Örf'te ise; farz, vacib, sünnet ve menduba şamil olan bir keyfiyettir. İbn-i Abidin: "Sıfat ve vasıf kelimeleri aynı kökten türeme, iki masdardırlar. Kelâm ûleması, bunların arasında fark görmüş: "Vasıf, tavsifi yapan şahısla, sıfat ise tavsif edilen şeyle bulunur" demişlerdir. Lakin kamusun sözü, sıfatında lugat itibariyle mevsufta bulunacağına delâlet eder. Şu halde sıfat bazen masdar, bazen isim olur, vasıf ise yalnız masdardır. Fetih ve Bahır'da şöyle denilmiştir: "Bazen vasıf kelimesinden, sıfat murad edildiği inkar olunamaz. Ama bununla lügaten birleşmek lazım gelmez. Çünkü vasfın da masdar olduğunda şüphe yoktur." Bu sözden anlaşıldığına göre; vasıf kelimesi bazen isim olarak mecazen sıfat manasına kullanılır"(124) buyurmaktadır. Namazın sıfatlarından murad; namazın sahih olması kendisine bağlı olan şeylerdir. Kolay öğrenilmesi için birçok kitapta "Namazın içindeki farzlar" tabiri kullanılmıştır. Şimdi bunları izaha gayret edelim.
İmam-ı Merginani: "Namazın farzları altıdır. Tahrime (iftitah tekbiri) bunlardan birisidir. Zira Allahû Teâla (cc) "Ve Rabbini büyükle (Ta'zim'le zikret, tekbir getir)" buyurmuştur. Bundan murad iftitah tekbiridir"(125) hükmünü zikretmektedir. Molla Hüsrev: "Namazın bir kısım farzları vardır. Bunlardan birisi de tahrimedir. "Tahrim" bir şeyi haram kılmaktır. Tahrime ilk tekbire tahsis edilmiştir. Zira ilk tekbirle birlikte; namaza başlamadan önce mübah olan (Yemek, içmek, konuşmak vs.) şeyler haram olur buyurmaktadır.(126) İbn-i Abidin'de aynı hususa işaretle: "Kendisi ile namaza girilen cümleye "Tahrime" denilmesi, namaza başlamazdan önce mübah olan şeyleri haram kıldığı içindir. Sair tekbirler böyle değildir"(127) hükmünü zikreder. Hanefi fûkahası Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Namazın tahrimi (haram kılması) tekbirdir"(128) Hadis-i Şerifini esas almıştır.
444 Namaza "Allahû Ekber" lafzı ile başlamak efdaldir.(129) Tahrime ile namaza başlanılabilmesi için ayakta olmak şarttır. Herhangi bir özre mebni olmaksızın oturarak tekbir getirmekle, farz namaza girilemez. Eller iki kulak hizasına kaldırılır. Molla Hüsrev: "İki el (kulak hizasına) kaldırıldıktan sonra tekbir alınır. Essah olan kavil budur. Zira iki eli kaldırma işinde, Allahû Teâla (cc)'dan başkasından kibriyayı (Azameti, büyüklüğü) uzaklaştırma, reddetme vardır"(130) hükmünü zikreder. Bu mahiyet iyi tefekkür edilmelidir. Bir mü'min namaza başlarken; Allahû Teâla (cc)'dan başka hiçbir hüküm koyucunun olmadığını, bütün tağutları ve putları reddettiğini ilan eder!.. Tağuti güçlerle işbirliği yapan ve onların hakimiyetleri için gayret sarfeden kimseler; ne kadar namaz kıldıklarını iddia ederse etsinler; "Tahrime"yi bile hakkı ile eda edemezler.
445 Dilsiz olan kimseler "Niyetleri" ile namaza başlamış olurlar. Ayrıca dillerini oynatmaları lazım değildir.(131) Kadınlar, ellerini omuzları hizasına kadar kaldırarak "Allahû ekber" deme durumundadırlar. Sahih olan budur.(132) Zira onlar için; tesettüre daha uygun olan, şekil böyledir.
İmam-ı Merginani: "Namazın farzlarından birisi de kıyamdır. Zira Allahû Teâla (cc)'nın "Allah için namaz kılarken ayakta durunuz" kavli vardır"(133) hükmünü beyan eder. Kıyam; farz ve vacib namazlarda farzdır. Bunun haddi; bir kimsenin iki elini uzattığı zaman dizlerine yetişemez olmasıdır"(134) Nafile olan namazlarda kıyam farz değildir.(135) Resûl-i Ekrem (sav): "Ayakta olduğun halde namaz kıl. Eğer buna kadir olamazsan oturarak kıl. Eğer buna da kadir olamazsan yan yatarak kıl. Eğer buna da kadir olamazsan sırt üstü yatarak namaz kıl"(136) buyurmuştur. Bir kimse, ayakta durmaya (Kıyam'a) kadir olduğu halde, oturarak farz namazı kılarsa, onun namazı caiz olmaz.
447 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sağ elini, sol elinin üzerine göbeğinin altında koymak sünnettendir"(137) Hadis-i Şerifini esas alan hanefi fûkahası; namaz kılan kimse; kıyamda iken, sağ elini sol elinin üzerine koyar hükmünde ittifak etmiştir.
Molla Hüsrev: "Namazın farzlarından birisi de kıraattır. Allahû Teâla (cc)'nın; "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz" emri şerifine göre, kıraatın farz olan miktarı bir Ayet-i Kerime'dir. Bir Ayet-i Kerime'den azı bi'licma kıraat değildir"(138) hükmünü beyan eder. Farz, vacib ve nafile namazların tamamında Kur'an-ı Kerim okumak farzdır.(139) İmam-ı Malik (rh.a) "Namaz ancak fatihatü'l kitab ve onunla beraber bir sûre ile olur. Başka olmaz" Hadis-i Şerifini esas alarak; fatiha'nın ve onunla birlikte bir sûrenin kıraatının farz olduğuna kaildir. İmam-ı Şafii (rh.a): "Namaz ancak Fatihatü'l kitab ile olur" Hadis-i Şerifini esas alarak, namazda "Fatiha" okumanın farz olduğuna hükmetmiştir. Hanefi fûkahası: "Bizim için delil "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz" Ayet-i Kerime'sidir. Haber-i vahid olan Hadis-i Şeriflerle bunun üzerine ziyade (Yani farz tayin etmek) caiz olmaz. Ancak haber-i vahid olan Hadis-i Şerif'ler amel etmeyi gerektirir. O halde Kur'an-ı Kerim okumak "Farz", Fatiha Sûresi'ni okumak "Vacib"tir. Hatta namaz kılan kimse; Fatiha Sûresi'ni okumayı terk etse, namazı iade etmesi emrolunur"(140) hükmünde ittifak etmiştir.
449 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim imamla namaz kılarsa, imamın kıraatı onun için de kıraattır"(141) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası, "imama uyan kimsenin kıraatı şer'an menedilmiştir" hükmünde ittifak etmiştir. Zira kıraatın sükûtu imama uyma zaruretinden ileri gelir. 450 İmam Fatiha Sûresini okuyup bitirdiği zaman "Amin" der ve imama uyan kimseler de "Amin" derler. Resûl-i Ekrem (sav): "İmam amin dediği zaman, amin deyiniz"(142) buyurmuştur. İbn-i Mesû'd (ra)'un rivayet ettiği Hadis-i Şerife göre cemaat "Amin" kelimesini gizli deme durumundadır. Zira o dua hükmündedir.(143)
Molla Hüsrev: "Namazın farzlarından biri de rükû'dur. Namaz kılan kimse başını eğerken "Tekbir" alır. Zira Resûl-i Ekrem (sav), başını eğerken ve kaldırırken tekbir alırdı. Musalli sırtını düz tutarak rükû eder. Hatta rükû halinde iken; sırtına su dökülse, dökülen bu su sırtında durmalıdır"(144) hükmünü beyan etmektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in; Hz. Enes (ra)'e hitaben: "Rükû ettiğin zaman ellerini dizlerinin üzerine koy ve parmakların arasını aç"(145) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası bu halde iken parmakların açılmasının mendûb olduğunda müttefiktir.(146) Ayrıca "Sizden birisi rükû ettiği zaman, rükû'da üç defa "Sübhane Rabbiye'l Aziym" desin"(147) Hadis-i Şerifi esas alınarak, "tesbihin en azı budur" denilmiştir. Cemaat halinde namaz kılınırken imam, "Semiallâhu limen hamideh" (Allah kendisine hamd edenlerin hamdini kabul buyurur) dediği zaman, imama uyan kimsenin "Rabbenâ leke'l-hamd" demesi de sünnetle sabittir.(148)
452 Namaz kılan kimse; başını rükû'dan kaldırdıktan sonra düz olarak ayakta durur. İtmi'nân'dan başkası sünnettir. İtmi'nân: Mafsalları yerine oturuncaya kadar uzuvların sükûnet bulmasıdır. Bundan başka olan rükû tekbiri, parmakların açılması, tesbih, tahmid, tesmi ve düz olarak ayakta durmak sünnetlerdir. Ta'dili erkândan olan rükû'daki durma "İtmi'nân" vacibtir.(149) Rükû ve sücûd'daki tesbihlerin en azı üç, ortası beş ve en mükemmeli de yedi defa söylemektir.(150)
Namazın farzlarından birisi de secde etmektir. Namaz kılan kimse "Secde" için tekbir alır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yedi aza üzerine secde etmekle emrolundum"(151) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası, burun ve alın üzerine secdenin farz olduğu hususunda ittifak etmiştir.(152) Ayrıca: "Kul secde ettiği zaman onun her uzvu secde eder. O halde namaz kılan kimse, gücü yettiği kadar uzuvlarını kıble tarafına çevirsin"(153) Hadis-i Şerifi, iki ayak parmaklarının da kıbleye çevrilmesinin gerektiğini belirtmektedir. İbn-i Abidin: "Lugatta secde tevazûu manasına gelir. Kamûs, muğrib sahibi onu "alnı yere koymaktır" diye tefsir etmiştir. "Bahır" da şöyle deniliyor: "Secdenin hakikatı maskaralık olmayacak şekilde yüzün bir kısmını yere koymaktır. Burun da tarife dahil, çene ve yanak hariçtir. Ama secde halinde ayaklarını kaldırırsa ta'zim ve tebcil olmaktan ziyade oynamaya daha çok benzer. Meselenin tamamı "Bahır" üzerine yazdığımız derkenardadır. Özrü olmayan kimse alnı ve ayakları ile secde etmelidir. Sadece burun üzerine secde ile yetinmek için tercih edilen kavle göre, özür şarttır, nitekim gelecektir. Halebi diyor ki: "Sonra sadece alnı üzerine secde etmekle yetinecekse, az bile olsa alnının bir cüzünü yere koymak farz, ekserisini koymak ise vacibtir." Secde halinde ayaklardan bir parmağın yere değmesi kafidir. Secdenin tekrarı tabbudi bir iştir. Yani ekseri ûlemanın kavillerine göre manasına akıl ermeyen bir iş olup, ibtilâ ve imtihan için emir olunmuştur. Bazıları şeytanı çatlatmak için emir edildiğini söylerler ve "Şeytan bir defa bile secde etmedi. İşte biz iki defa secde ediyoruz" derler"(154) hükmünü zikretmektedir.
454 Hanefi fûkahası: "Teabbüdî olduğu ve illetlerinin akılla kavranılamayacağı sabit olan hükümlerde kıyasın geçerli olmayacağı" hususunda ittifak etmiştir.(155) İki defa secde etmek de, teabbu'dî'dir. İbn-i Abidin: "Ulemâ teabbüdî emirler hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bunlar Allahû Teâla (cc) indinde bir hikmetinden dolayı meşru olup, bu hikmet bize gizli mi kalmıştır, yoksa böyle değil midir? Ekser ûlema birinciyi tercih etmişlerdir. Akla yatan da odur. Çünkü istikra (sayım) göstermiştir ki, Allahû Teâla (cc)'nın adeti, hikmetinden hali değildir. Yararlı şeyleri emir, zararlıları yasak eder. Binaenaleyh bize meşru kıldığı bir şeyin hikmeti anlaşılırsa makûl deriz, hikmeti anlaşılmazsa ona da teabbüdi ismi veririz. İlim ve hikmet Allahû Teâla (cc)'ya mahsustur"(156) hükmünü beyan etmektedir.
455 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sizden birisi secde ettiği zaman, secde halinde iken üç defa "Sûbhane Rabbiye'l-âlâ" desin"(157) buyurduğu bilinmektedir. Birinci secdeden sonra tekbir getirir ve başını kaldırır.Tam manasıyla oturduktan sonra tekbir getirir ve ikinci secdeyi yapar. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Sonra başını kaldır, o şekilde kaldır ki, oturduğun halde dimdik bir vaziyette olsun"(158) buyurmuştur.
456 Secde eden bir kimse, secde halinde iken ayaklarını yere koymazsa, secdesi caiz olmaz. Şayed özürsüz olarak secde esnasında ayaklarından birini yere koymuş olsa (diğerini kaldırsa) bu durumda secdesi kerahetle caiz olur. Münye şerhinde de böyledir.(159) Esas olan iki ayağında yerde olması ve parmakların kıbleye doğru çevrilmiş bulunmasıdır. Ayağı yere koymak demek, ayak parmaklarını yere koymak demektir.
457 KA'DE-İ AHİRE VE TEŞEHHÜD:
Namaz kılan kimse namazın iki secdesinden sonra sol ayağını yayar ve üzerine oturur. Sağ ayağını diker ve parmaklarını kıbleye yöneltir. Hz. Aişe (R.anha)'dan rivayet edilen oturma şekli budur.(160) Son ka'dede teşehhüd miktarı beklemek; farz namazlarda da, nafile namazlarda da farzdır. Hatta bir kimse iki rek'at namaz kılsada sonunda oturmasa (Ka'de-i Ahire'yi terketse) o kimsenin namazı fasid olur. Hûlâsa'da da böyledir.(161)
458 Hz. Abdullah b. Mes'ûd (ra)'den teşehhüd'le ilgili olarak rivayet edilen şudur: "Resûl-i Ekrem (sav) elimden tuttu ve bana teşehhüd'ü öğretti. Tıpkı bana Kur'an-ı Kerim'den bir sûreyi öğretir gibi öğretti."(162) Hanefi fûkahası Ka'de-i Ahire'de Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Abdullah İbn-i Mes'ûd'a öğrettiği teşehhüdün okunmasını esas almıştır. Bu teşehhüd şudur:
[Ettehiyâtü li'llâhi ve's-salevâtü ve't-tayyibâtü Es-selâmü aleyke eyyühe'n nebiyyü ve rahmetu'llâhi ve berekâtüh. Es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdi'llâhi's-sâlihin. Eşhedü en lâ ilâhe illâ'llah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlühû]
Manası: Bütün ta'zimler, dualar ve her türlü ibadet yalnız Allahû Teâla (cc)'yadır. Ey mertebesi yüce olan Nebi!.. Allahû Teâla (cc)'nın rahmeti ve bereketi, selâmı senin üzerine olsun. Bize de selâm olsun, Allahû Teâla (cc)'nın sâlih kullarına da selâm olsun!.. Allahû Teâla (cc)'dan başka ibadet edilecek bir ilah (put, tağut vs..) olmadığına şehadet ederim. Ve yine şehadet ederim ki; Hz. Muhammed (sav) Allahû Teâla (cc)'nın bir kuludur ve O'nun Resûlüdür.
459 Hanefi fûkahası "Ka'de-i Ahire'nin farz, teşehhüd'ün ise "Vacib" olduğu hususunda müttefiktir.(163) Teşehhüd'ün vacib olması Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Abdullah İbn-i Mesûd (ra)'a hitaben: "Şayed sen bunu söylersen (Teşehhüd'ü okursan) şüphesiz ki namazın tamam olur"(164) buyurması sebebiyledir. Namaz kılan kimse; sabah namazı gibi iki Rek'at'lık farz namaz veya dört Rek'at'lık farz namaz kılıyorsa, son Rek'at'ta teşehhüd'ü okuduktan sonra Resûl-i Ekrem (sav) üzerine selâvat getirir. Bu da sünnettir.(165) İmam-ı Şafii (rh.a)'ye göre hem teşehhüd, hem de selâvat getirmek farzdır. Selâvat'ın keyfiyeti de şöyledir:
["Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ Âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrâhime ve alâ Âli İbrâhim, inneke hamîdün mecid."
"Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ Âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrâhime ve alâ Âli İbrâhim, inneke hamîdün mecid."]
Manası: "Allah'ım!.. Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in şanını yücelt!.. Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in âlinin de (aile efradının da) şanını yücelt!.. Hz. İbrahim (as)'in kendisine ve Hz. İbrahim (as)'in aline verdiğin şeref gibi!..
"Allah'ım!.. Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in kendisine ve aline bereket ver!.. Onları mübarek kıl!.. Tıpkı Hz. İbrahim (as)'i ve alini mübarek kıldığın gibi! Muhakkak ki sen hamd edilmeye lâyıksın, azamet ve şeref sana mahsustur."
460 Namaz kılan kimse salavat duasından sonra; kendisi ve diğer mü'minler için dua eder.(166) Kur'an-ı Kerim'de olan birşey ile dua etmesi sünnettir. Meselâ: "Allahüm-mağfirli velivalideyye" (Allah'ım beni ve ana-babamı afv buyur) veya "Allahümme mağfir liebihi" (Allah'ım babamı afveyle" gibi. Veya me'sur (yani Resûl-i Ekrem (sav)'den rivayet edilen sözlerle dua eder. Meselâ;
["Allahümme innî zalemtü nefsi zulmen kesiran ve innehû lâ yağfiruz zünûbe illâ ente. Fağfir lî mağfireten min ındike inneke entel gafûrür rahîm"]
Manası: "Allah'ım!.. Şüphe yok ki, ben nefsime çok çok zulmettim. Günahlarımı ise ancak sen affedersin!.. Senin katından bir mağfiretinle afvını istirham ederim. Şüphesiz ki sen gafûr ve rahimsin" bu me'sûr dualardandır. İnsanların sözlerine benzer (yani rivayete dayanmayan veya Kur'an'da olmayan) sözlerle dua edilemez. Zira insanların sözü namazı bozar.(167)
461 Daha sonra selam vererek namazdan çıkar. Hz. Abdullah İbn-i Mesûd (ra) "Resûl-i Ekrem (sav) sağına selâm verirdi, öyle ki yanağının beyazlığı görünürdü. Soluna da selâm verirdi, öyle ki sol yanağının beyazlığı görünürdü"(168) buyurmuştur. Sağına ve soluna selâm verirken; erkeklere, kadınlara ve hafaze meleklerine niyyet eder. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Namazın haram kılması tekbir, helâl kılması selâm vermektir"(169) buyurduğu bilinmektedir. İmam-ı Azam (rh.a)'ye göre selâm vermek farzdır. İmameyn'in kavline göre ise farz değildir.(170)
462 Önemli konulardan birisi de; namaz kılan kimsenin "Tadil-i Erkân'a" riayet etmesidir. İmam-ı Yusuf (rh.a)'a göre; Tadil-i Erkan'a riayet etmek farzdır.(171) Bu konuda Abdullah İbn-i Mesûd (ra)'dan rivayet edilen Hadis-i Şerifi esas aldığı bilinmektedir.(172) Molla Hüsrev: "Namazın farzlarından birisi de tertib kasdıyla kıyamı rükûdan önce ve rükûyu da sücûddan önce yapmaktır. Hatta eğer namaz kılan kimse, kıyamdan önce rükû eylese veya rükû etmeden secdeye varsa caiz olmaz. Zira namaz ancak tertib ile kaimdir. Kafi'de de böyle zikredilmiştir"(173) hükmünü beyan etmektedir.
463 Şimdi "Tenvirü'l Ebsar", "Dürrü'l Muhtar", "Reddü'l Muhtar" ve "Feteva-ı Hindiyye'yi" esas alarak namazın vacibleri üzerinde duralım. Bilindiği gibi namazın vaciblerini kasden terkeden kimsenin, namazı iade etmesi esas alınmıştır. Eğer unutarak terkederse secde-i sehiv yapar. Namazın vacibleri şunlardır:
Birincisi: Fatiha Sûresini okumaktır. Fatiha'nın ekserisini terkeden kimse secde-i sehiv yapar, birazını terkeden yapmaz. Lakin Mücteba'da: "Fatiha'dan bir ayet terkeden secde eder" denilmiştir ki, evla olan da budur. Dolayısıyla Fatiha Sûresi'nin tamamını okumak vacibtir.
İkincisi: En kısa bir sûreyi, Fatiha Sûresi'ne zam etmektir. Nitekim Feteva-ı Hindiyye'de: "Namazda Fatiha ve zamm-ı sûre okumak vacibtir. Ayrıca Fatiha'yı, zamm-ı sûreden önce okumak vacibtir"(174) denilmiştir.
Üçüncüsü: Fatiha ve zamm-ı sûreyi farz namazın ilk iki rek'atına tahsis etmek de vacibtir.
Dördüncüsü: Nafile namazın her rek'atında Fatiha ve zamm-ı sûre vacibtir. Zira nafile namazın her çift rek'atı bir namaz sayılır. Vitir Namazı'nın her rek'atında da ihtiyaten Fatiha ve zamm-ı sûre okumak vacibtir.(175)
Beşincisi: Kıraatle rükû arasında ve secde gibi her rek'atta tekerrür eden yahud rek'atların sayısı gibi her namazda tekerrür eden şeyler arasında tertibe riayette vacibtir. İmam-ı Yusuf (rh.a) indinde bu farzdır. Nitekim daha önce izaha gayret etmiştik!..
Altıncısı: Tadil-i Erkan, yani azayı rükû ve secdede iken ve keza Kemâl'in tercihine göre, rükû ve secdeden doğrulurken bir tesbih miktarı sakinleştirmek de vacibtir. İmam-ı Yusuf (rh.a)'a göre, Tadil-i Erkan ameli farzdır. Daha önce zikretmiştik!..
Yedincisi: İlk oturuşta vacibtir. Velev ki nafile namazda olsun. Essah olan kavil budur. Malûm olduğu üzere ka'de-i ahire (son oturuş) farzdır. İlk oturuşta teşehhüd'den fazla birşey okumamak da vacibtir. Teşehhüd'den fazla birşey okunursa secde-i sehiv yapılır.
Sekizincisi: Gerek ilk oturuşta, gerek son oturuşta teşehhüd'ü okumak da vacibtir. Essah olan kavle göre her oturuşta, teşehhüd'ün tamamını okumak esastır.
Dokuzuncusu: Sağa ve sola selâm vererek, namazdan çıkmak da vacibtir. İmam-ı Azam (rh.a)'a göre selâm vererek namazdan çıkmak farzdır. Daha önce bu hususu zikretmiştik!.. Yani "Esselâmu aleyküm ve rahmetûllah" demek.
Onuncusu: Vitir Namazı'nda kunut'u okumak vacibtir. Kunut "Mutlak dua manasınadır" Kunut'un tekbiri ile üçüncü rek'atın tekbiri de aynı hükme tabidir. Hangi dua okunursa okunsun "Kunut" yerine geçer.
Onbirincisi: Bayram namazının tekbirleri de vacibtir.
Onikincisi: Sabah, akşam ve yatsı namazlarında imamın aşikâr olması vacib olduğu gibi, gizli okunan namazlarda herkesin gizli okuması da vacibtir.
Onüçüncüsü: Rükûu tekrarlamamak, secdeyi üçlememek, ikinci veya dördüncü rek'attan önce oturmamak, iki farz arasına giren her ziyadeyi terketmemek, imama uyan kimsenin susması ve imamı takip etmesi (yani içtihad götüren yerde imamı takip etmesi) de vacibtir. Namaz ancak farzlarda imama muhalefet halinde bozulur. Vaciblerde de fiilen imama tabi olmak vacibtir.
464 Namazın sünnetleri şunlardır: İftitah tekbiri için elleri kaldırmak, elleri kaldırırken parmakların arasını açmak, imam olan kimsenin tekbiri açıktan alması, Sübhaneke'yi gizlice okumak. İstiaze'yi ve besmeleyi gizli okumak, Fatiha Sûresi'nden sonra gizli olarak "Amin" demek, sağ eli sol el üzerine koyarak, elleri göbek altında bağlamak, rükû'a giderken tekbir almak, tesbihleri en az üç defa söylemek, rükû'da elleri ve diz kapaklarını tutmak ve bu sırada parmakları açık bulundurmak, secdeye giderken tekbir almak, secde halinde iken dirsekleri yere koymamak, secde halinde iken karnını uyluğunun üzerine koymamak, secde halinde iken en az üç defa tesbih etmek, secde'de elleri ve dizleri yere koymak, otururken sol ayağı yere yayıp, sağ ayağı dikmek, rükû'dan kalkarken tam doğrulmak, iki secde arasında tam oturmak, kade-i ahire'de (son oturuşta) Resûl-i Ekrem (sav)'e selâvat getirmek ve dua etmek!..(176)
465 Namazın edebleri şunlardır: Ayakta iken secde yerine bakmak, rükû halinde iken ayakları üstüne bakmak, secde ederken burnun ucuna bakmak, otururken kucağına bakmak, sağ tarafa selâm verirken sağ omuza, sol tarafa selâm verirken sol omuza bakma, esnememek için gayret sarfetmek, fakat vukua gelirse ağzını kapatmak ve güç yettiği kadar öksürmemek ve bu hususta gayret göstermek.(177)
NAMAZ'IN KEYFİYETİ (NAMAZ NASIL KILINIR?)
466 Namaz kılmayı murad eden kimse; önce abdest alıp, farz namazın vaktinin girip-girmediğini kat'i olarak öğrenir. Zira vakit girmeden farz namaz edâ edilemez. Daha sonra kıbleye yönelir ve ikametten sonra, kalbi ile kat'i olarak niyyet eder. Hangi namazı kıldığını bilmesi kafi değildir. Çünkü bilmek başka şeydir, niyyet başka şeydir.(178) İki elini, baş parmaklar kulak yumuşakları hizasına gelecek şekilde ve parmakları tabii halde, iç kısımları kıble istikametine gelecek şekilde kaldırır. Tam bu sırada "İftitah tekbirini" alır, yani "Allahû Ekber" der!.. Kadınlar ellerini omuzları hizasına kadar kaldırırlar!... İftitah tekbirinden sonra erkekler; sağ elini sol el üzerine koyarak, göbek altında bağlarlar. Kadınlar elleri açık olarak göğüsleri üzerine koyma durumundadırlar. Erkekler; sağ elin baş parmağı ile, serçe parmağını, sol bileği kavrayacak şekilde tesbit eder ve diğer üç parmağı sol kol üzerinde bulundurur. Bu kıyam halinde; ayaklar birbirlerine muvazi olarak, birbirlerinden dört parmak kadar aralıklı bulundurulur. Dizlerin bükülmesi veya vücûd ağırlığının bir ayak üzerine kaydırılması mekruhtur.(179) Dolayısıyla dizler dik tutulur ve vücûd ağırlığı her iki ayak üzerine bölünür.
467 Hz. Enes (ra)'den rivayet edildiğine göse: "Resûl-i Ekrem (sav) namaza başladığı zaman tekbir getirir ve Sübhaneke'yi okurdu ve bunun üzerine birşey ilave etmezdi"(180) Yani;
["Sübhânekellahümme vebi hamdik, ve tebârekesmük, ve teâlâ ceddük (ve celle senâük), velâ ilahe gayruk."]
Duasını gizli okur.(181) Bu duayı; hem imam, hem imama uyan ve hemde yalnız başına kılan kimse, gizli olarak okur. Zira sünnetle sabittir.
468 Daha sonra "İstiaze" yapar. İmam-ı Merginani: "Esteizü billâhi mine'şşeytanirracim" diyerek İstiaze'de bulunur. Çünkü Allahû Teâla (cc)'nın şu kavli vardır: "Kur'an okuduğun zaman, reddedilmiş ve kovulmuş olan şeytan'dan Allah'a sığın." Bundan murad; Kur'an okumaya niyet ettiğin zaman İstiaze'de bulun demektir. Evlâ olan "esteizû billâhi" demesidir ki, Kur'an'a muvafık olsun. "Eûzü billâhi" de ona yakındır. Sonra bu istiaze, Kur'an okumaya tabidir, yani ondan önce okunur" hükmünü zikreder.(182) Bunu da gizli olarak, okumak esastır. İbn-i Mesûd (ra)'dan rivayet edilmiştir ki; Resûl-i Ekrem (sav) İstiaze'yi, besmeleyi ve Fatiha'nın sonunda söylenen "amin" lafzını gizli söylemiştir.(183) Dolayısıyla İstiaze'den sonra Besmele'yi de gizli olarak okur. Yani içinden "Bismillâhirrahmanirrahim" der!.. Bilindiği gibi besmele her rek'atın başında çekilir; Fatiha ile zamm-ı sûre arasında çekilmez.
469 Sonra Fatihâ Sûresini okur!.. İmamet görevinde olan kimse; sabah, akşam ve yatsı namazlarının farzlarının ilk iki rek'atında, Cum'a ve Bayram namazlarında Fatiha Sûresi'ni açıktan okur. İmama uyan kimse kıraat etmez. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim imamla namaz kılarsa, imamın kıraatı onun içinde kıraattır"(184) buyurduğu bilinmektedir. Tek başına namaz kılan kimse açıktan okunan namazlarda, isterse aşikare okur, isterse gizli okur!.. Fatiha Sûresi'ni okuyup bitirdiği zaman gizli bir şekilde "Amin" der!.. Bunu hem imamın, hem de imama uyan kimsenin gizli olarak demesi esastır. Daha sonra bir sûre veya en az üç kısa Ayet-i Kerime okur.
470 Sonra tekbir getirip (Yani "Allahû Ekber" diyerek) rükûa varır. Ellerini parmakları açık olarak dizleri üzerine koyar, baş ve vücûd yere paralel bir şekilde bulunur. Hatta öyle ki sırtına su dökülse, dökülen o suyun sırtta durması esastır.(185) İmam tekbiri aşikare söyler. Kadınlar rükû'da fazla eğilmezler, parmaklarını açmazlar ve kollarını vücûdlarından ayırıp uzaklaştırmazlar. Rükû halinde iken en az üç defa "Sübhane Rabbiye'l Aziym" demek gerekir. Sonra rükûdan başını kaldırıp doğrulurken "Semiallahû limen hamideh" denir. Eğer imama uyulmuş ise, imamın bu sözü arkasından: "Rabbenâ leke'l hamd" veya "Rabbenâ ve leke'l hamd" demek esastır. Rükû tesbihlerinin en azı üç, ortası beş ve en çoğu da yedidir.(186)
471 Rükûdan tamamen doğrulup, vücûd azaları sükûnet bulduktan sonra; tekbir getirilerek (Yani "Allahû Ekber" denilerek) secde edilir. Secde haline geçerken önce dizleri, sonra elleri, daha sonra da burnu ve alnı yere koymak esastır. Her iki ayağı dikerek, ayak parmaklarını kıble istikametine çevirmek gerekir. Eller kulaklar hizasında, kollar yere döşenmeksizin yanlara açık ve karın uyluklardan uzak bulundurulur. Secde halinde iken en az üç defa "Sübhane Rabbiye'l âlâ" denilerek, tesbih edilir. Kadınların secde hali, erkeklerden farklıdır. Şöyle ki: Karınlarını uyluklarına yapıştırırlar, kollarını vücûdlarından uzaklaştırmazlar. Tesbihlerden sonra tekbir getirip (yani "Allahû Ekber" denilerek) bu birinci secdeden önce başını kaldırır ve doğrulup oturur. Eller dizler üzerine konur. Sonra tekbir getirilip (yani "Allahû Ekber" denilerek) yeniden secdeye gidilir. Birinci secdede okuduğu tesbihleri, ikinci secdede de tekrarlar.
472 İki secdeyi de edâ ettikten sonra önce başını, sonra ellerini ve daha sonra da dizlerini kaldırarak kıyam haline geçer. Yani ayağa kalkar. Tıpkı birinci kıyam halinde olduğu gibi; yine ellerini bağlar. Daha sonra "Besmele" çeker ve Fatiha Sûresini okur!.. Daha sonra da; kısa bir sûre veya en az üç Ayet-i Kerime okuyarak kıraatı tamamlar. Birinci rek'at'ta edâ ettiği rükû ve secdeleri aynen tekrar edâ eder. Bu ikinci rek'at'ın son secdesinden sonra başını kaldırıp, sol ayağını yere yatırarak üzerine oturur. Sağ ayağını, parmaklarının ucu kıble istikametine gelecek şekilde diker. Ellerini parmaklarının tabii açıklığı ile diz kapakları hizasına gelecek şekilde uylukları üzerine koyar. Kadınlar ise; her iki ayağı sağ taraftan dışarı çıkararak üzerlerine otururlar. Bu birinci oturuşta; Abdullah İbn-i Mesûd (ra)'dan rivayet edilen teşehhüd okunur. Bu teşehhüdü daha önce zikretmiştik.(187)
473 Teşehhüd duasını okuduktan sonra ayağa kalkar. Üç ve dördüncü rek'atları aynen ilk iki rek'at gibi edâ eder. Ancak farz namazların bu rek'atlarında (Üç ve dördüncü rek'atlarda) besmele ile yalnız Fatiha Sûresi okunur.(188) Zamm-ı sûre okunmaz!.. Dördüncü rek'atın secdelerinden sonra; birinci oturuş gibi oturulur. Önce yine "Teşehhüd" duası okunur. Buna salâvatları da ilâve eder. Daha önce salâvatların keyfiyeti üzerinde durmuştuk.(189) Salavatlardan sonra kendisi ve bütün mü'minler için dua etmesi esastır. Bu konuyu da, daha önce izaha gayret etmiştik.(190) Duayı da bitirdikten sonra; önce başını sağ tarafa çevirerek "Esselâmû Aleykûm ve rahmetûllah" diyerek selâm verilir. Sonra da sol tarafa çevrilip, aynen selâm tekrar edilir. Yalnız başına namaz kılan kimse; başı ile sağa ve sola selâm verirken, kalbinden "meleklere" selâma niyyet eder. İmama uyanlar; hem sağ, hem de sol taraflarında bulunan mü'minlere, ayrıca imama selâm vermeye kalben niyyet ederler. İmam durumunda olan kimse ise; bütün mü'minlere selâm vermeye niyyet eder.
NAMAZLARDA KUR'AN-I KERİM OKUMAK
474 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Gündüz edâ edilen namaz, acma (gizli) dir"(191) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; imam olan kimse, öğle ve ikindi namazında Kur'an-ı Kerim'i gizli olarak kıraat eder hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Merginani: "Sabah, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek'atlarında imam olan kimse kıraatı aşikar olarak edâ eder. Diğer rek'atlarda ise gizli yapar. Tevatür halindeki rivayet budur. Eğer mükellef yalnız olarak namaz kılıyorsa, aşikar veya gizli kıraat hususunda muhayyerdir."(192) İbn-i Abidin: "Yalnız kimse aşikare okunan (sabah, akşam ve yatsı) namazı kılıyor ise; gizli veya aşikar okumakta muhayyerdir. Ama kıldığı namazın cemaat heyetinde olması için aşikare okuması efdaldir. Onun için bu namazı Ezân ve ikametle edâ etmesi efdal olur. Hadis'te rivayet olunduğuna göre, bir kimse yalnız namazı cemaat heyetinde edâ ederse, onun namazı ile birlikte birçok melekler saf olarak namaz kılarlar. Mezhebe göre gizli okunan namazlarda (Öğle ve ikindi) gizli okuması vacibtir. Bahır'da da böyle denilmiştir ve bununla inaye sahibine red cevabı verilmiştir. Çünkü inaye sahibi "Zahir rivayeye göre o kimse muhayyerdir" demiştir."(193) hükmünü beyan etmektedir.
475 Molla Hüsrev: "İmama uyarak namaz kılan kimse, imamın ardında okumaz. Velev ki imam herhangi bir rahmet veya azab ayetini okusa da!.. Muktedi sadece imamı dinler ve susar. Zira Allahû Teâla (cc) "Kur'an-ı Kerim okunduğu zaman onu dinleyin ve susun" (El Araf Sûresi: 204) hükmünü beyan buyurmuştur. Müfessirlerin kahir ekseriyeti, bu Ayet-i Kerime'deki hitabın imama uyanlar için olduğu kanaatindedirler. Müfessirlerin bazıları da hutbe esnasındaki durumdur demişlerdir. Bu ikisi arasında herhangi bir ihtilâf yoktur. Hutbede imama uyanın namazı gibidir"(194) buyurmaktadır. Alauddin El Haskafi: "Belki imam aşikare okuduğu vakit dinler; gizli okuduğunda dahi susar. Çünkü Ebû Hureyre (ra): "Biz vaktiyle imamın arkasında okurduk. Sonra: "Kur'an okunduğunda onu dinleyin ve susun" Ayet-i Kerimesi indi" demiştir. İmam tergib veya terhib ayetini okusa bile cemaat yine susar" hükmünü zikreder. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: İmam gizli okuduğunda cemaat susacağına göre, aşikar okuduğunda evleviyetle susar. Bahır sahibi diyor ki: "Ayetin, hülâsası şudur; onunla iki şey istenmektedir. Biri dinlemek, diğeri susmak. Cemaat bu emirlerin ikisiyle de amel eder. Dinlemek aşikara okunan namaza mahsustur. Susmak ona mahsus değildir. O mutlak olarak yürürlüktedir. Binaenaleyh kıraat zamanında mutlak olarak susmak vacibtir."(195) hükmünü beyan eder. Malûm olduğu üzere namaz dışında da; Kur'an-ı Kerim'i dinlemek, mutlak sûrette vacibtir.
476 Namaz kılan kimse, sefer halinde iken Fatiha Sûresi'ni ve dilediği herhangi bir sûreyi okur. Zira rivayet olunmuştur ki; Resûl-i Ekrem (sav) sefer halinde sabah namazını edâ ederken Fatiha ve Muavvizeteyn'i (Felâk ve Nass Sûreleri'ni) okumuştur.(196) Feteva-ı Hindiyye'de: "Seferde ızdırar halinde kıraatın sünnet olan miktarı; namaz kılan kimsenin Fatiha'yı ve dilediği bir sûreyi okumasıdır"(197) hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Merginani: "Zira sefer namazın kasrına tesir eden bir olaydır. Elbette kıraatin hafiflemesine evleviyetle tesir eder. Bu ise seyrinin çok acele olduğu zamandır. Eğer emniyet içinde ve geniş durumda ise; sabah namazında "Bürûc" ve "İnşirah" sûreleri gibi, sûreleri okur. Çünkü bu hafiflik sağlayacağı gibi, sünnete riayet etmeyi de mümkün kılar"(198) hükmünü zikretmektedir.
477 Mukim halde iken kıraatın sünnet olan miktarı; sabah namazında Fatiha Sûresi'nden sonra, iki rek'atta kırk veya elli Ayet-i kerime okumaktır. Câmiû's Sağir'de zikredildiğine göre, öğle namazındaki kıraat miktarı da sabah namazı gibidir. Asıl'da ise "ondan biraz daha aşağıdır" denilmiştir. İkindi ve yatsı namazlarında Fatiha'dan başka yirmi Ayet-i Kerime okumak sünnettir. Akşam namazında ise; Fatiha'dan sonra ilk iki rek'atin her birinde kısa bir sûre okumak sünnettir. Muhiyt'te de böyledir"(199) Molla Hüsrev: "Namazın caiz olması için, herhangi bir sûre tayin olunmamıştır. Yani "Filân sûre okunmadığı takdirde, namaz fasid olur" denilemez, böyle bir iddia caiz değildir. Zira Allahû Teâla (cc): "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz" (Müzzemmil Sûresi: 20) emrini vermiştir. Bu kavil mutlaktır"(200) hükmünü beyan etmektedir. Essah olan kavle göre; namaz için tayin etmek mekruhtur. Bunun sebebi; bazı sûreleri tayin edip, diğer sûrelerin okunmasını terk etmektir.
478 İbn-i Abidin: "Kendisiyle bil'ittifak namaz caiz olan Kur'an imamların mushaflarında mazbut olanlardır ki, onu Hz. Osman (ra) bütün şehirlere göndermişti. On kıraat imamının ittifak ettikleri de budur. İcma ve tafsil itibariyle mütevatir olan Kur'an budur"(201) hükmünü zikreder. Bilindiği gibi; Kur'an-ı Kerim'in hem lafzı, hem manası Allahû Teâla (cc)'dandır. Bu hususta hiçbir beşerin payı yoktur. Kur'an-ı Kerim'in tertibini; Resûl-i Ekrem (sav) bizzat kendisi, vahiyle tesbit etmiştir. Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde tek bir mushaf halinde toplanmış, Hz. Osman (ra)'da bu tek nüshayı esas alarak çoğalttırmıştır. Kur'an-ı Kerim'in bize ulaşması tevatür yoluyladır ve indirildiği gibi eksiksiz ulaşmıştır.(202) İmameyn'in kavli: "Arapça ile nazm olunan Allahû Teâla (cc)'nın kelâmına Kur'an denir" hükmünde toplanmaktadır.(203) Dolayısıyla namazda; başka herhangi bir dille (Farsça, Türkçe, İngilizce vs.) kıraat edilemez. Ulema, başka dille "Kur'an" diye tilâvet edilmesini "zındıklık" olarak nitelendirmiştir.(204) Son yıllarda; ırkçılık gayretiyle davranan bazı zümreler, "Türkçe Mealle" namaz kılma gayretine düşmüşlerdir. Mü'minlerin; bu cahili tutuma karşı, şiddetle direnmeleri vacibtir.
479 Maalesef latince olarak yayınlanan bazı kitaplarda, "Türkçe Mealle" namaz kılınabileceği iddialarına tesadüf edilmektedir. Resmi ideolojinin (Kemalizm'in) etkisinde kalan bu tipler; Allahû Teâla (cc)'nın dinine karşı isyan halindedirler. Esasen bunların tamamı; resmi ideoloji'den maddi yardım gören ve tahrik edilen insanlardır.
KUR'AN-I KERİM OKURKEN HATA ETMEK (ZELLE-İ KARİ)
480 Bütün muteber fıkıh kitaplarında "Zelle-i Kari" (Kur'an-ı Kerim okurken hata etmek, dil sürçmesi veya dil kayması) üzerinde durulmuştur. İbn-i Abidin: "Mütekaddimin ûlemaya göre kaide şudur: Manayı, itikadi küfür olacak şekilde değiştiren dil sürçmesi, bütün bu söylenenlerde namazı bozar. Hata olarak ağzından çıkan kelime Kur'an'da bulunsun bulunmasın fark etmez. Meğer ki değiştirilen cümlelerin arası tam bir durakla ayrılmış olsun. Değiştirme böyle olmazsa bakılır: Söylenenin misli Kur'an'da yoksa, mana da hakikatten uzak son derece değişmiş olursa yine namaz bozulur. "Hâza'l gurab" yerine "Hâzâ'l gubar" okumak böyledir. Kezâ misli Kur'an-ı Kerim'de olmadığı gibi manası da yoksa hüküm yine böyledir. "Serâir" yerine "Serail" okumak bu kabildendir. Misli Kur'an-ı Kerim'de bulunur, fakat mana hakikattan uzak olur da pek fazla değişmezse Ebû Hanife (rha) ile İmam-ı Muhammed (rha)'e göre yine bozulur. İhtiyat olan da budur. Ulemadan bazıları umum belvaya bakarak bozulmayacağını söylemişlerdir"(205) hükmünü zikretmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Hz. Osman (ra)'nın toplamış bulunduğu Kur'an'da bulunmayan bir lafzı okumak da zelledir (Kıraat hatasıdır). Bazı alimler: "Bir kimse ma'ruf olan mushafta bulunmayan ve manası da yerinde olmayan bir lafzı okursa, ittifakla o kimsenin namazı bozulur"(206) denilmektedir.
481 Mü'minler Kur'an-ı Kerim'i ezberlerken çok titiz olmak durumundadırlar. Müteahhirin ûlemâya göre; kıraat esnasında hata, i'rab hatası ise namaz fasid olmaz. Çünkü insanların ekserisi i'rabın vecihleri arasını temyiz edemezler. Kadıhan demiştir ki; müteahhirûnun dedikleri şey daha geniştir. Mütekaddimûnun dedikleri ise daha ihtiyatlıdır.(207) Ebû'l Kâsım Es-Safari'l Buhari'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Namaz bazı yönlerden caiz ve fakat bir cihetten fasid ise, ihtiyaten fesadı ile hükmolunur. Yalnız kıraat meselesi bundan müstesnadır. Çünkü bunda insanlar için umum belva vardır." Zahiriyye'de de böyledir.(208) Hem namaz, hem de Kur'an-ı Kerim okumak bir ibadet olduğuna göre; bu konuda İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha)'nin ictihadı ile fetva vermek, usule daha uygundur. Nitekim İbn-i Abidin: "Ulema, ibadetlerde fetvanın mutlak sûrette İmam-ı Azam (rha)'ın kavline göre verileceğini söylemiştir"(209) hükmünü beyan etmektedir.
DİPNOTLARI
_________________________________
(1) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 50.
(2) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - ist: 1982 C: 2, Sh: 5.
(3) El Ankebût Sûresi: 45.
(4) İbn-i Kesir - Tefsirû'l Kur'an'il Azim - Beyrut: 1969 D. Marife Neşri C: 3, Sh: 414.
(5) Mecmuatu't - Tefasir - İst: 1979 Çağrı Yay. C: 5, Sh: 19-20 (Kadı Beyzavi Böl.)
(6) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 14.
(7) Yusuf Sûresi: 53 (Tefsir-i Hazin'de: İnsana sürekli kötülüğü emreden nefsin "Nefs-i Emmare" olduğu kayıtlıdır. Nefsi emmare, hayvanlar da dahil bütün canlılarda bulunur. Dünyevi lezzet ve şehvetlere kapılmış nefis demektir).
(8) En Nahl Sûresi: 17-18.
(9) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 15.
(10) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhi Gureri'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 50.
(11) Doç. Dr. Numan Abdürrezzak Semarrai - İslâm Fıkhında Mürted'in Tabi olduğu hükümler - İst: 1970 Sönmez Yay. Sh: 145-149, İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 9.
(12) Şeyh Muhammed İbn-i Süleyman - Mecmuaü'l Enhur (Şerhû Damad) Beyrut: D. İhya Neşri C: 1, Sh: 68.
(13) En Nisâ Sûresi: 103.
(14) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 38.
(15) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 D. İhya Neşri C: 1, Sh: 51.
(16) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhi Gureri'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 51.
(17) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 152.
(18) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 51.
(19) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 51.
(20) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 51.
(21) İmam-ı Merginani - El Hidaye Şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 38.
(22) Şeyh Abdülgani - El Lübab fi Şerhi'l Kitab - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 56.
(23) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 154.
(24) Şeyh Abdülgani - A.g.e. C: 1, Sh: 56.
(25) İmam-ı Merginani - A.g.e. C: 1, Sh: 38.
(26) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 155.
(27) İmam-ı Merginani - A.g.e. C: 1, Sh: 39.
(28) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 51.
(29) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 24.
(30) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhi Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 39.
(31) Şeyh Abdülgani - El Lübab fi Şerhi'l Kitab - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 57.
(32) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 155.
(33) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 24-25.
(34) İbn-i Hümam - Ag.e. C: 1, Sh: 156.
(35) El Bakara Sûresi: 238.
(36) İmam-ı Şafii - Er Risale - Kahire: 1979 (2 Bsm) A. M. Şakir neşri Sh: 286 Madde: 788, Ayrıca Mansur Ali Nasıf - Tac Tercemesi - İst: 1976 Eser Yay. C: 1, Sh: 243 Had. No: 352.
(37) Sahih-i Buhari - İst: 1401 Çağrı Yay. C: 1, Sh: 134 K. Mevakiti's Salat: Bab: 5.
(38) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 156.
(39) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 56.
(40) İmam-ı Merginani - El Hidaye Şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire : 1965 C: 1, Sh: 39.
(41) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 158.
(42) İmam-ı Merginani - A.g.e. C: 1, Sh: 39.
(43) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 56.
(44) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 159.
(45) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 56.
(46) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 159.
(47) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 36-37.
(48) İmam-ı Merginani - A.g.e. C: 1, Sh: 40.
(49) Buna "Temkin süresi" adı verilir. Diyanet İşleri Başkanlığı, 1983 yılından itibaren temkin sürelerini kaldırmıştır. İhtiyat için bekleme (Temkin süresi) İmam-ı Azam'dan gelen zahir bir rivayettir.
(50) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi Şerhû Gureri'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 53.
(51) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 160.
(52) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 52.
(53) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 52.
(54) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 53.
(55) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 53.
(56) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 54.
(57) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 53.
(58) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gureri'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 54.
(59) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 62-63.
(60) Sahih-i Buhari - İst: 1401 Çağrı Yay. C: 1, Sh: 150 B. Bedi'l Ezân - Bab: 1.
(61) İmam-ı Kasani - El Bedaiû's Senai fi Tertibi'ş Şerâi - Beyrut: 1974 (2 bsm) C: 1, Sh: 147-148.
(62) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 66.
(63) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gureri'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 54.
(64) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet-A.g.e. Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 55.
(65) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 41.
(66) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 67.
(67) Şeyh Abdülgani - El Lübab fi şerhi'l Kitab - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 59.
(68) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 83-84.
(69) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 54.
(70) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 87.
(71) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 54.
(72) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr. Mtb C: 1, Sh: 172.
(73) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhi Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 55.
(74) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 55-56.
(75) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 41.
(76) Şeyh Abdülgani - El Lübab fi şerhi'l Kitab - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 60.
(77) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 56.
(78) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkem fi şerhi Gureri'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 56, ayrıca İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire 1965 C: 1, Sh: 41.
(79) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 56.
(80) Molla Hüserv - A.g.e. C: 1, Sh: 57, ayrıca İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2 Sh: 67.
(81) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 178.
(82) Şeyh Abdülgani - El Lübab fi Şerhi'l Kitab - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 60. Ayrıca İmam-ı Merginani - A.g.e. C: 1, Sh: 43.
(83) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 54.
(84) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 175.
(85) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 54.
(86) Şeyh Abdülgani - A.g.e. C: 1, Sh: 60, ayrıca İmam-ı Merginani - A.g.e. C: 1, Sh: 42.
(87) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire : 1965 C: 1, Sh: 42.
(88) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 54.
(89) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 57.
(90) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 95.
(91) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 57.
(92) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 91.
(93) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 57.
(94) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 94.
(95) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 57.
(96) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gureri'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 57.
(97) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 102- 104.
(98) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 58.
(99) Bakınız: "Necasetler ve onların temizlenmesi" bölümü: Madde: 389-393.
(100) El Maide Sûresi: 6.
(101) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 105.
(102) El - A'raf Sûresi: 31.
(103) Mecmuat'u't Tefasir - İst: 1979 Çağrı Yay. C: 2, Sh: 543 (Gadı Beyzavi Böl.)
(104) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 181, ayrıca İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 43.
(105) İmam-ı Kasani - El Bedaiû's Senai fi tertibi'ş şerai - Beyrut: 1974 C: 5, Sh: 121.
(106) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 60.
(107) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 180.
(108) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 43.
(109) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 59.
(110) El Bakara Sûresi: 150.
(111) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 63.
(112) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 61.
(113) En Nahl Sûresi: 16.
(114) İmam-ı Şafii - Er Risale - Kahire: 1979 (2 Bsm) A. M. Şakir Neşri Sh: 38.
(115) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 61.
(116) En Nisâ Sûresi: 103.
(117) Bakınız: "Namaz Vakitleri" bölümü: Madde : 404-418.
(118) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 185.
(119) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 129.
(120) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 185 vd.
(121) Musannıf İbrahim Halebi - Tam Kayıtlı. Haleb-i Sağir ve Tercemesi - İst: 1973 Salah Bilici Yay. Sh: 162.
(122) İmam-ı Rabbani - El Mektubat - ist: 1978 Çağrı Yay. C: 1, Sh: 121 Mektub no: 186.
(123) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 62.
(124) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 180.
(125) İmam-ı Merginani- El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 46.
(126) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 65.
(127) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 181.
(128) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 195.
(129) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 c: 1, Sh: 68.
(130) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 65. vd.
(131) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 69.
(132) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 46.
(133) İmam-ı Merginani - A.g.e. C: 1, Sh: 46.
(134) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 69.
(135) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 67.
(136) Musannıf İbrahim Halebi - Haleb-i Sağir ve tercemesi - İst: 1973 Sh: 167.
(137) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 201.
(138) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 69.
(139) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 69.
(140) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 48, ayrıca Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 69.
(141) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 190.
(142) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 207.
(143) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 73.
(144) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 70.
(145) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 208,
(146) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 70.
(147) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 209.
(148) İmam-ı Merginani - A.g.e. C: 1, Sh: 49, ayrıca Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 71, İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 210.
(149) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 71.
(150) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 74.
(151) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 213.
(152) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 72.
(153) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 50, ayrıca Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 72.
(154) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 191 vd.
(155) İmam-ı Serahsi - El Mebsut - Beyrut: ty C: 16, Sh: 62-63.
(156) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 192.
(157) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 215.
(158) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 51.
(159) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 71.
(160) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 74.
(161) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 71.
(162) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 220.
(163) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi-Kahire: 1965 C: 1, Sh: 51-52, ayrıca Şeyh Nizamüddin ve heyet-El Feteva-ı Hindiyye-Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 76-77.
(164) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 223, ayrıca, İmam-ı Merginani - A.g.e. C: 1, Sh: 52.
(165) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 76.
(166) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 76.
(167) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 77.
(168) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 52.
(169) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 226.
(170) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 78.
(175) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 71, Ayrıca İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 209.
(176) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 72.
(177) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 79-80, ayrıca Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 72-73.
(178) Bu konu üzerinde daha önce durmuştuk. Bakınız: Madde 441.
(179) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 69.
(180) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 202.
(181) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - C: 1, Sh: 68.
(182) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bideyetü'l Mübtedi - C: 1, Sh: 48.
(183) İbn-i Hümam - A.g.e. C: 1, Sh: 204.
(184) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 190.
(185) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 70.
(186) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 75.
(187) Bakınız: Madde - 458.
(188) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 76 (Fatiha'dan sonra ilave birşey okumak mekruhtur)
(189) Bakınız: Madde - 459.
(190) Bakınız: Madde - 460.
(191) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 229.
(192) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 53.
(193) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 354 vd.
(194) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 83-84.
(195) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 2, Sh: 377.
(196) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 235.
(197) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 77.
(198) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - C: 1, Sh: 54.
(199) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 77.
(200) Molla Hüsrev - Dürerû'l Hükkam fi şerhû Gurerû'l Ahkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 84.
(201) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 258.
(202) Abdülaziz El Buhari - Keşfû'l Esrar - İst: 1308 C: 2, Sh: 361.
(203) İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetü'l Mübtedi - Kahire: 1965 C: 1, Sh: 47.
(204) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 200.
(205) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1982 C: 2, Sh: 550-551.
(206) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400 C: 1, Sh: 82.
(207) Musannıf İbrahim Halebi - Haleb-i Sağir tercemesi - İst: 1973 S. Bilici Yay. Sh: 281.
(208) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 82.
(209) İbn-i Abidin - A.g.e. C: 1, Sh: 89.